NEFİS
HASTALIKLARI ve EDEB
EDEB, ZÂHİR ve BÂTIN
EDEB OLMAK ÜZERE İKİ ÇEŞİTTİR.
ZÂHİR EDEB; ELİNE,
DİLİNE, BELİNE SAHİP OLMAK İKEN, BÂTIN EDEB; BAKTIĞIN HER YERDE HAKK’IN
BİR TECELLİSİNİ GÖRMEKTİR.
Zâhir ve Bâtın bir
bütündür ve birbirinden ayrılmaz. Örn. Kayısı çekirdeği toprağa, dış kabuğu ile
ekilir. Kabuk zâhir, içindeki bâdemi bâtındır. Zâhir olan kabuğunu kırıp, içini
toprağa eksen kayısı filiz vermez. Bir kişi de zâhiri gözetmeden bâtına
ulaşamaz. ‘’Namaz müminin miracı’’dır denir. Hiç kimse zâhiren namaz kılmadan
‘’MİRAÇ’’ yapamaz.
EDEB; NEFİS HASTALIKLARININ
İLÂCIDIR, EDEB OLMADAN NEFİS ISLÂH
EDİLEMEZ.
Hastalıklar çeşit
çeşittir. AKIL hastalıkları, BEDEN hastalıkları ve NEFİS
hastalıkları.
Akıl hastalıkları
açıkça bilinmektedir ve bunların ilâçları; tabi bir ölçü ile insanlardan
uzaklaşıp ‘’HALVET’’ hayatını yaşamak ve onları düşünmeyi terk edip
Allah’ı zikre devam etmektir. Bunun dışında bir ilâcı yoktur bu hastalıkların.
Bedenle ilgili
hastalıklar da bilinmektedir ve beden hastalıklarının ilâçlarını bildirmek,
tabiblerin üzerine düşen bir görevdir.
Nefis
hastalıklarının tedavisi ise bir ilimdir ve bu ilme daha ziyade eğitimle
uğraşanlar muhtaçtır.
Nefis hastalıkları; SÖZLERDE,
FİİLLERDE VE HÂL VE DAVRANIŞLARDA BELİREN HASTALIKLAR OLARAK ÜÇ
KISIMDIR.
SÖZ HASTALIKLARI:
Bu hastalıklardan biri, Hakk sözü, doğru sözü gelişi güzel söylemektir. Bu en
büyük hastalıklardan biridir. Bunun ilâcı ise, Hakk sözün, doğru sözün nerede,
hangi alanda sarf edileceğini bilmektir. Hiç kuşkusuz GIYBET doğrudur, gerçektir;
fakat gıybet yasaklanmıştır. Dedikodu da doğrudur, gerçektir; fakat o da
yasaklanmıştır. Bir evde yaşanan nâmahremin, doğru ve gerçek olmasına rağmen,
başkasına anlatılması ‘’günah-ı kebâir’’dendir. Yani büyük günahlardandır.
Toplum içinde birine doğru, gerçek sözle nasiat etmek de doğrudur; fakat bunu
toplum içinde yapmak, kesinlikle ayıptır. Böyle bir şey ancak câhillerden ve
gazap sahiplerinden sadır olur. Çünkü nasihatten amaçlanan fayda, bir yararın
sağlanması ve arada bir sevginin oluşmasıdır. Eğer nasihatler toplum içinde
yapılırsa kabul görmez, hatta düşmanlık bile doğurabilir. Allah bu tür
davranışları zemmetmiştir, yermiştir. Çünkü bu şekilde toplum içinde açıktan
açığa yapılan nasihat, kendine nasihat edilen kimseyi zor durumda bırakır, onu
utandırır ve o konuda yalan söylemek zorunda bırakabilir. Böyle bir davranış,
büyük bir fesada sebep olabilir. Oysaki, o nasihati ona yalnız başına olduğu
bir zamanda, güzel bir tarzda yaparsa, o
kimsenin kusurunu, ayıbını güzelce izhâr ederse, kendisine nasihat ettiği
konuda o işin çirkin ve kaba bir iş olduğunu bilmiyorsa, ona bunu öğretmek
olduğunu kibar bir dille ona açıklarsa, hiç kuşkusuz o kimse kendisine teşekkür
eder, onu sever ve hayır duada bulunur. Her Hakk sözü, doğru sözü gelişi güzel
söylemekle yükümlü değiliz. Buna, ne şeriat,ne yasa, ne de örf izin verir.
Aynı şekilde, bir
kimsenin, insanlara nefret edecekleri bir tarzda cevap vermesi de böyledir, o
cevap doğru bile olsa. Çünkü böyle bir davranış kötü tabiat, karaktersizlik,
bilgisizlik ve Allah’a karşı hayâsızlığa delildir. Böyle bir kimse kendisinde,
Allah’ın razı olmadığı bir ayıbı gidermekten uzaktır. Eğer o kimse, kendi
ayıbına bakmakla meşgul olsaydı, bu tutumu kendisini başkasının ayıbıyla
uğraşmaktan alıkoyardı.
Arkadaşının ya da dostunun
hareketlerini izlemeyi, adetâ onun aldığı nefesleri sayacak kadar her şeyi
kaydetmeyi kendisine uğraş edinen bir kimse, bu tutumuyla çok şiddetli bir
hastalığa yakalanmış demektir. Çünkü o kimse kendisini ilgilendirmeyen bir işle
uğraşmakla, kendi nefsinden gafil olmaktadır. Bu tutumu zamanla ruhunda yer
eder, nefsinde birikir, zaman geçip de kendi nefsinde arkadaşı hakkında en ufak
bir çirkinlik görünce, ya da ondan bıkkınlık ve usanç duyunca, ya da onun
hakkında kendisinden bir yanılgı ortaya çıkınca, o zamana kadar kendisinde
birikmiş hâlde duran onun bütün kusurlarını, kabahatlerini ortaya çıkarır. ‘’Sen falan gün şöyle şöyle demedin mi? Falan gün şunu şunu yapmadın mı?’’
der. Kötü gördüğü, gâfil olduğu, üzerinde nefeslerini saydığı şeylerin hepsini
ona duyurur. Bu kez arkadaşı ya da dostu ona en büyük düşmanlardan biri olarak
görülür. Bütün bunların aslı, kötü huyları, kusurları ve ayıpları kendi
nefsinde biriktirdiği birikimlerdendir. Bu kötü tabiata bir delildir ve bu tür
tutumlar dostlar arasında çok sık görülen şeylerdir.
Düşmanından bir kez sakın, Dostundan bin kez sakın!
Çünkü
dostluğunuz bozulursa şayet bir gün, Sana nasıl zarar vereceğini çok iyi bilir dostun!
Söz hastalıklarından
biri de, insanların hâllerini, ne yaptıklarını sormak gibi kendisini
ilgilendirmeyen konuları araştırmaktır. Ayrıca kendisinin evde olmadığı esnada,
ailesinin neler yaptığını araştırıp sorması, soruşturmasıdır. Bu hastalığın
ilâcı Hz. Peygamber’in davranışlarını taklit etmektir. Hz. Peygamber; savaş
dönüşünde, ailesinin yanına geceleyin gelmemiş, sahabelerini de
hoşlanmayacakları çirkin bir durum ile karşılaşmasınlar diye bundan
sakındırmıştır. Gizli şeylerin örtülü, saklı kalması için bir yere giderken
izin istemek de bu babdandır. İnsan yaptığı şeyler iyilik bile olsa, başkaları
tarafından bilinmesini istemeyebilir. Eğer soru soran kimse, onunla ilgili
bilgileri sormaya devam ederse, soru sorulan kişiyi, istemediği şeyleri
söylemeye veya yalana teşvik eder. Ne şer’an, ne aklen, ne de görgü kurallarına
göre bu, onun için uygun değildir. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır; ‘’Kişinin, kendini ilgilendirmeyen şeyleri
terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir’’
Söz hastalıklarından
biri de, insanın yaptığı iyiliği başa kakmasıdır. İyiliği başa kakma bir
eziyettir. ‘’Ey iman edenler’ Malını
gösteriş için infak eden, gerçekte Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimseler
gibi, başa kakmak ve eziyet etmek sûretiyle yaptığınız hayırlarınızı iptâl
etmeyin, boşa çıkarmayın’’(Bakara-264) Bu hastalığın ilâcı ise, insanın
elinde bulunan imkânların, Allah’ın ilminde ne ise o şekilde kendisine bir
nimet olarak verildiğini ve bu iyiliklerin, bu nimetlerin ancak bir emânet
olarak kendi elinde bulunduğunu, onların gerçek sahibini henüz tanımadığını
idrak etmektir. O nimetleri, işin aslında Allah’ın belirlediği kimselere vermek
sûretiyle elinden çıkardığı zaman, emânetin gerçek sahibini tanımış olur.
Emâneti ehline teslim etmiş olduğu için de Allah’a şükreder. Kim bu görüşle, bu
düşünceyle iyilik yaparsa, ondan asla eziyet doğmaz.
Söz hastalıklarından
biri de, çocuklarından birine, diğerlerine göre daha fazla iyilik yapan bir
kimseye çocuklarının önünde bunu duyurması ve ‘’niçin aynı iyiliği bu çocuğa da yapmadın’’ diye lüzumsuz bir kelâm
söylemesidir. Bu durum, o çocuğun nefsinde babasına karşı bir düşmanlık doğurur
ve böyle bir davranış ancak câhil bir kimseden vaki olur. Bu hastalığın ilâcı
da yoktur.
Bir başka söz
hastalığı da, bir insanın ‘’Ben doğruyu
söylerim; bunu duyan kimseye zor gelecekmiş, buna hiç aldırmam, beni hiç ırgalamaz’’ demesidir. Kendini
savunurken de ‘’Ben falana doğruyu söyledim; bunu duymak ona zor geldi’’
der kendi nefsini temize çıkarır, başkasını yaralar ve incitir. Allah böyleleri
için;‘’Onların kendi aralarında gizli
gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur’’ demiştir(Nisa-114) Bunun ilâcı
bir kimseye gizliden sadaka vermektir. Çünkü açıktan sadaka vermek de, o
kimsenin farkına varmadığı bir hastalıktır, çünkü o zaman sadakayı Allah’tan
başkası için veriyor durumuna düşer. ‘’Onların
konuşmalarının çoğunda hayır yoktur, ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da
insanların arasını düzeltmeyi isteyen müstesna’’(Nisa-114) Öyleyse, kim
böyle yapmazsa, o kimse ilim sahibi olduğunu iddia etse bile cahildir.Çünkü
Allah’ın murâdı, insanlar arasında sevginin ve saygının oluşmasıdır.
Dolayısıyla bir insan konuşmak istediği zaman, bu alanda her açıdan Allah’ın
razı olacağı bir tarzda konuşup konuşmadığına bakar. Eğer konuşmasında, bir
kimse hakkında bir açıdan kötü konuştuğunu görürse, konuşmasının tümü Allah
katında gayri makbûldür, yani kabul görmez. Allah o konuşmadan razı olmaz.
Çünkü, Allah parçalanmayı da, bölünmeyi de hoş görmez.
Söz hastalıklarından
biri de, geneli kapsamaksızın, devlet adamlarından biri ya da bir başkası
olabilir, mûayyen bir şahıs üzerindeki bir kötülüğü, iyilik olarak sunmaktır.
Söz hastalıklarının
ilâçları iki kısımdır. Birincisi; sükut etmek istediğin zaman konuşman,
konuşmak istediğin zaman susmandır. İkincisi ise; sükut ettiğin zaman
eğer Allah’a asî olacaksan, ancak o zaman konuşmandır. Eğer böyle bir durum söz
konusu değilse, o zaman bir kelâm etmekten kesinlikle sakınmalısın! Konuşmanı
beğenip güzel bulduğun ve konuşmayı süsleyip püslediğin zaman konuşmaktan sakın,
çünkü o anda konuşmak en büyük hastalıklardan biridir. Susmaktan başka bunun
bir ilâcı da yoktur. Fakat gizli kalmış bir hususu açığa çıkarmak için şahitlik
yapacaksani o başka. Ölçü budur.
FİİL HASTALIKLARI:
Herhangi bir fiili, örneğin namaz gibi bir ibadeti, toplum içinde, yalnız
başına eda ettiğinden daha güzel bir şekilde eda etmekdir. Hz. Peygamber bu
konuda şöyle demiştir; ‘’Bu bir ciddiyetsizliktir ki, o adam bu
davranışıyla rabbini ciddiye almamıştır’’. Kur’an-ı Kerîm ise bu durumu; ‘’Acaba
o, olanları Allah’ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?’’(Alak-14), ‘’Allah sizin gizlinizi de, açığınızı da bilir’’(Enam-3), ‘’Oysa ki, asıl kendisinden korkmaya lâyık olan Allah’tır’’
(Ahzap-37) ayetleriyle açıklar.
Fiil hastalıklarından
biri de; insanlar yüzünden amelin terk edilmesidir.Bu, cemaat nezdinde riyadır.
Aslında insanlar nedeniyle ameli terk etmek, Allah ehli olan üstadlar nezdinde
bir riya değil, bir şirktir, Allah’a ortak koşmaktır. Kur’an-ı Kerîm bu konuda
da; ‘’Sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah
yarattı’’(Saffat-96) ayeti ile
açıklar. Öyleyse bu hususları iyi öğren, iyi bil.
HÂL HASTALIKLARI:
Bu hastalığın en başında, bir kimsenin insanlar arasında ‘’bu da iyi insandır’’ diye bilinip şöhrete kavuşmak için, iyi
insanlarla arkadaşlık yapmasıdır. Oysaki o, gerçekte kendi nefsanî arzularıyla
yaşamaktadır.Bu konuda Kur’an-ı Kerîm; ‘’Nefsini kirleten zarar etmiştir’’ der.
Aynı şekilde hâl
hastalıklarından biri de, kendi imkânı dahilinde olmayan giysileri giymektir.
Bunun ilâcı ise, kendi imkânı dahilinde olan, kendine helâl olan giysileri ve
benzeri şeyleri giymektir.
İşte kim bu
hastalıkları ve bunların ilâçlarını bilip tanırsa ve o ilâçları kendi nefsinde
uygularsa, onlardan büyük ölçüde yararlanır.
AMİN.
(İbn. Arabi Hz. Marifet ve Hikmet Syf. 143-154)
(İbn. Arabi Hz. Marifet ve Hikmet Syf. 143-154)