KALP
Kalp kelimesi bir
fiil olarak dalgalanmak(halden hale geçmek) ve değişmek anlamına gelmektedir. Çünkü
kalp; nefis ve rûh arasında tutulu kalmıştır. Nefis bedensel arzulara gömülmüş,
rûh ise kaynağı olan ilâhi nefese yönelmekte, dolayısıyla da ikisi arasında bir
ileri, bir geri çekilmektedir. Rûh nûrani ve semâvi, nefis ise toprağa ait
süfli ve karanlıktır. Böyle olunca kalp halden hale girer ve hayrete düşer.
Rûhun sıfatı muvâfakat, nefsin sıfatı muhâlefettir.
Kalp rûhtan letâfet,
topraktan da vakarı aldı. Her ikisi tarafından da yüceltildi ve sonra gaybın
nazargâhı oldu. O ne sâdece rûh, ne de sâdece cismâni bir kalıptır.
Bilakis onların her ikisidir (Berzah). Rûh bir iş görür, nefis başka bir iş.
Kalp ise her ikisinin arasında bir dama taşının üzerinde gidip gelen bir mahkum
gibidir. Rûhani tarafa meylederse rûhun işleri zuhûr eder, cismâni tarafa
meylederse bedenin işleri ortaya çıkar.
Hz. Peygamber(s.a.v.)bu durumla ilgili olarak şöyle der; ‘’Kalbin misâli çöldeki bir tüy gibidir,
rüzgarlar onun içini dışına çevirir’’
‘’Âdem oğlunun kalbi Rahmân’ın iki parmağı arasındadır’’
Kalp Allah ile insan
arasındaki samîmî irtibâtın yeridir. Allah kalbe nazar eder, kalp de Allah’a.
‘’Allah ne sizin bedenlerinize, ne de
suretlerinize bakar, fakat O sizin kalplerinize bakar’’. İnsanı insan yapan kalptir. Kalp Allah’ı
sevmek için yaratılmıştır. Eğer Allah sevgisi diye bir şey olmasaydı, kalp diye
bir şey olmazdı. Kalpler Allah’ın yeryüzündeki kaplarıdır. Bunun için
kalbin arındırılması gerekir ve onu arındırmak da, Allah’tan başka her şeyden
boşaltılmasıyla mümkündür.
Allah’ın her şeyi
kalp uğruna yarattığı söylenebilir. O’nun gökleri ve yeri yaratmasındaki
hikmet, bir kalp var etmek içindir. O, bu dünyayı bilsinler diye, cenneti de
görsünler diye yarattı. Sonra cenneti dostlarla, dostları kalple, kalbi de
kendisiyle süsleyip bezedi. ’’Ne gökler
ne de yer beni kuşatır, fakat MÜMİN kulumun kalbine sığarım’’
Kur’ân, kalbi
farkındalığın ve kendiliğin merkezi olarak gösterirken, aklın yerini de beyne
değil kalbe yerleştirir. Kalp aklın ve tanımanın mahallidir, dolayısıyla insan
mikro kozmosunda kral ve komutan rolünü oynar. ‘’Vücutta bir et parçası vardır ki, o sağlamsa bütün vücut sağlam olur,
o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir.’’
Sem’âni; bedenin içine üflenen RÛH ile,
Allah’ın iki parmağı arasında halden hâle giren KALP arasındaki farkı şöyle
anlatılır. RÛH lütfun yakınlığı içinde
sabit kalırken, KALP rahmet ve kahrın zıt kuvvetlerine tutulan tüm yaratılmış
şeylerin değişim ve dönüşüm özelliklerine yenik düşer. Kalp, halden hale girmesinden dolayı kalp ismini almıştır. Kalbin
sıfatı durup dinlenmemektir. Peki sürekli halden hale dönmesi
nedendir? Çünkü kahrın hükmünün mührü onun üzerine vurulmuştur. Yabâni bir
taya kızgın bir damga vurup da onun sakin durmasını beklemek imkansızdır. Rûhlar
sükûnet içindedir, fakat kalplerin sıfatı harekettir. Allah rûhlara zincir
vurdu ki sabit dursunlar, kalpleri çözdü ki, hareket etsinler. Kasap koyunu
yatırıp iki ön ayağıyla bir arka ayağını bağlar, bir ayağını serbest bırakır.
‘’Dördünü de bağlarsam zulüm olur’’ der. ‘’Gırtlağına bıçağı çekip de
koyunu hareketten alıkoymak büyük günah olur çünkü, hareketsiz kalınca bıçağın
acısını hisseder, azıcık hareket ettirince bir şey kaybetmezsin’’. Üç bacağı
bağlamak kasabın azabı, bir ayağı serbest bırakmak ise lütfudur. Gazap
içinde lütuf, lütuf içinde gazap. Ne önceki sonrakini, ne sonraki öncekini
hükümsüz kılar.
Beden rûh ile bir
araya gelince, bu ikisinin arasında saflığın merkezi denilen kalp ortaya çıktı.
Başka hiçbir mahlûkun kalbi yoktur. Kalp, bir köpeğin önüne atsan dönüp de
bakmayacağı, onu doyurmayacak bir et parçasından ibâret değildir. Bu et
parçası, kavrayış ve zanların edeplenmesi için zâhiri bir hedeftir. ANCAK
KALBİN MÂNÂSI BUNDAN BERİDİR.
İNSAN(Mikro kozmos)
her şeyi kuşatan bir şehir ve bütün mânâların kabıdır. ÂLEM (Makro kozmos) da,
insanda var olanın açılımından ibarettir. Mikro kozmos(İnsan), Makro
kozmos(Âlem) ile aynıdır.
İnsan
kalbinin görünür âlemdeki karşılığı KÂBE’dir. KÂBE, 7. SEMÂ’DA YANİ MELÂKUT
ÂLEMİNDEKİ BEYT-İ MA’MÛR’un (ARŞ’ın) İZDÜŞÜMÜDÜR. ARŞ; HAKK’IN AYNASI, TÜM
HAKÎKATLERİ İÇİNE ALAN İNSAN-I KÂMİL’İN
KALBİDİR. O halde ARŞ’ın gölgesi KÂBE, KÂBE’nin insan vücudundaki karşılığı da
KALP’tir.
Melekler ARŞ’ı,
Hacılar KÂBE’yi tavaf eder. ‘’Rahman arşa
istiva etti’’( Tâ-Hâ sûresi,5) Yani, Allah İnsan-ı Kâmil’in kalbini
kuşattı, oraya yerleşti demektir.
İnsan ile âlem
arasında sürekli bir etkileşim vardır. İnsan ve âlem benzerliğinin örnekleri
saymakla bitmez; O bâzen aslan gibi cesur, bâzen tavşan gibi ürkek, bâzen
bir köpek gibi cimri, bâzen bir kaplan gibi vahşi, bâzen bir güvercin gibi
uysal, bâzen bir tilki gibi entrikacı, bâzen bir koyun gibi budala, bâzen bir
ceylan gibi telaşlı, bâzen ayı gibi hantal, bâzen fil gibi heybetli, bâzen bir
deve gibi önde giden, bâzen bir tavus kuşu gibi çalımlı, bâzen bir muhabbet
kuşu gibi uğurlu, bâzen bir baykuş gibi uğursuz, bâzen bülbül gibi konuşkan,
bâzen bir kurt gibi değişken, bâzen bir domuz gibi hırslı, bâzen bir devekuşu
gibi azgın, bâzen bir arı gibi faydalı, bâzen bir fare gibi zararlı, bâzen de
bir ankâ gibi mübârektir. (Wıllıam C. Chıttıck/ İlâhi Aşk)
‘’İnsanlara ufuklarda(afakta) ve kendi nefislerinde(enfüste)
âyetlerimizi(işâretlerimizi)
göstereceğiz ki onun(Kur’an’ın) Hakk olduğu onlar için anlaşılsın’’
(Fussilet-53)
‘’Her maddi varlık bir
maneviyatı işaret için vücut bulmuştur’’(Ken’an Rıfâî Hazretleri)
Zâhir/zuhûr olmadan bâtın anlaşılamaz. Tüm kâinat/madde aslında bize bir mânâyı
anlatır.
Yunus Emre
demiştir ki; ’’Benim adım dertli
dolap, suyum akar yalap yalap, Böyle eylemiş Çalap, derdim vardır inilerim.’’
Dönme dolap Mürşid’dir. Derinlerden aldığı ilim suyu ile bizlerin vücut
toprağını sular. Dolabı döndüren merkep dünya ehlidir. Gözleri bağlıdır ve hiç
durmadan dünya çarkını çevirir. ‘’Ahmaklar
olmasa dünya harap olurmuş’’
Kâbe kalp’tir.
Kabe’yi tavaf, kendindeki hakikatin/isminin ortaya çıkarılması ve duyularının
onun etrafında dönmesidir. Bunun için Mikat’ta
niyet edilir, ihram giyilerek Allah’ın yasaklarına uyulur. Kıblenin Mescid-i
Aksa'da Mescid-i Haram’a dönmesi,
müridin mürşid’den, Kalp makamına dönmesidir. Çokluktan birliğe, Halk’tan Hakk’a
dönüş. Annenin çocuğunu sütten kesmesi gibi.
Hz. İSÂ;
Veled-i Kalp’tir. Kalbin çocuğu, beklenen Mehdî’dir. Meryem susar, Îsâ konuşur.
Nefs susar, Rûh konuşur. Nûh’un gemisi; babaların zürriyetinden(ilâhi
âlemden) bir tufan ile atılan nesillerin, anaların rahimlerinden mecaz Nûh’un
gemisi ile CÛDİ yani VÜ-CÛD dağına oturmasıdır.
Fırın, Tenûr
İnsan-ı Kâmildir. Onlar yanmaya elverişli olanları yakar. Nûh tufanında sular
TE-NÛR dan fışkırmıştır. İnanmayanlar ilim suyunda boğulmuştur.
Firavunun boğulması,
Mûsâ’nın emmâre makamındaki nefsinin yok olmasıdır. Nitekim Firavûn son
nefesinde Müslüman olmuştur.
Zûlkarney, iki
boynuzlu demektir. Zûlkarney’in orduları sürekli doğu ve batıya seferler yapar.
Zûlkarneyn kalptir. Kalbin nefs ve rûh arasında halden hale girişi anlatılır.
Yecüc ve Mecüc, nefsin olumsuz sıfatlarıdır. Kalp ile bu sıfatlar arasına
çekilen set de ilim ve iyi niyetlerdir.
Hıdırellez,
Hızır ile İlyas’ın yeryüzünde buluşması demektir. Bir insanın vücut
memleketinde Bast ve Kabz, Cemâl ve Celâl birleşirse kişi Kemâle erer, baharı
yaşar. Bahar yenilenme, yeni tohumların ekilmesine elverişli hale gelmedir.
‘’O
saat(kıyamet saati) yaklaştı ve Ay yarıldı’’ (Kamer-1). Kalp Ay’dır.
Kalbin biri rûha, biri nefse bakan iki yüzü vardır. Kalp, rûhun nûrunun
kendisine tesir etmesiyle döner ve güneşi de kendisinin battığı yerde zuhur eder.
Yani, Hz. Muhammed’in zuhûruyla Kalp(Ay) infilak edip açılır.
Bukalemun
Mürşid’dir; Her inancın rengine boyanır.
Hiç birini reddetmez. Dalgıç mürşid’dir. Bizim derin sularımızdan
hakikat incisini çıkarır. Bahçıvan Mürşid’dir. Gönül bahçemizdeki
zararlı otları temizler. Onun yerine faydalı ve gerekli tohumlar eker. Kuru
dallarımızı budar. Bahçemizdeki acı zerdaliyi tatlı şeftali ile aşılar
(Muhammedi aşı).
Yağmur suyu vasıtasız/
Ledün ilmidir. Semâdan gelir, tertemiz ve saftır. Bizim vücut toprağımıza
girdikten sonra farklı tatlar alır. Yer suları ise Vâsıtalı ilimdir. Mürşid,
kitap bu kategoriye girer. Şahin de avcı yani Mürşid’dir. İstidat
sahiplerini avlar ve sahibinin, Allah’ın önüne koyar.
Kibrit-i
Amber(kırmızı kibrit); Mürşid’dir. İksir gibi nazarıyla, insanı kötülükten
iyiliğe, küfürden Îman’a çevirebilen ulu veli. Simyacı da mürşid’dir. Bütün madenlerin
aslı altındır. Ancak vücut çamuruna girince kirlenmiş ve lekelenmiştir.
Simyacı, bakırı- gümüşü altına çevirir.
İpekböceği;
insanı anlatır. 7 evreden geçer. Nefs mertebeleri gibi. Koza dünyadır. Kozasını
delen özgürleşir, delemeyen sadece ipek yapar yani dünya için çalışmış olur.
Özgürleşen kelebek olur. Erkek dişiyi döller ölür, dişi yumurtasını bırakır
ölür. Dut yaprağı ile beslenir. Dut sadece ipek böceği için yaratılmıştır. Dut
yemiş bülbül gibi denir. Bülbül dut yedimi susarmış. DUT, TEVHİD’dir. Tevhide
eren, susar. Zemzem, alçak sesle konuşmaktır. Marifet ilmidir. Marifete
eren de, susar.
Cemre; Kâbe de
şeytan taşlanan mekânlardır. Ayrıca doğada da Şubat ayında birer hafta arayla
havaya, suya ve toprağa cemreler düşer. Cemre ateştir. Soğukların gidip
havaların ısınmasını/baharı simgeler.
Zümrütü Anka,
Kaf dağının etrafında döndüğüne inanılan efsanevi bir kuştur. İnsan-ı Kâmil’in Hakikâti Muhammedî etrafında
dönüşünü simgeler.
Cami toplanma
yeridir, Minare mürşid’dir. Davet eder ve her nefis mertebesinden hitap
eder.
Tuz Peygamber yatağı,
Mûhammedî hakikattir. Tuz her şeyi temizler. Ölüsü tuzlaya düşen pak olur.
Aşk sarmaşık kökünden gelir.
Sarmaşık hangi ağaca dolanırsa oranın özsuyu ile beslenir.
İsrâ, gece
yolculuğudur. Karanlık, Tevhid’dir. Karanlıkta zıtlıklar kaybolur. Miraç gece yaşanmıştır.
Aşûre;
birbirine zıt kırk çeşit malzemenin bir araya gelmesi ile oluşturulan bir
tattır. Tevhidin ağız tadına yansımasını simgeler. Kerbelâ vakıası, Rûh ile
Nefs mücadelesidir.
Gül ve bülbül.
Maşuk ve aşık. Hz. Peygamber hem gül hem bülbüldür. Hem aşık, hem aşık
olunandır. Aslında ‘’Biz sevdik aşık
olduk, sevildik mâşuk olduk. Aşık da, maşuk de, Aşk da biziz.’’ Yunus Emre.
Peygamber dışındaki AKIL, AKIL içindeki Peygamber’dir.
Pandomim; MİM sanatıdır. Sözsüz anlatım.
MİM Hz. Peygamber’i simgeler. İnsan mertebesi. Ebcedi de 40 dır. 40 sayısı
tasavvufta tamlığı ifade eder.
Denizanaları,
omurgasız ve beyinsiz canlılardır. Denizlerde sayılarının çoğalması beşer,
mânâdan uzak insanların artması demektir.
Depremler,
topraktaki cevherlerin açığa çıkması içindir. Bizim yaşadığımız depremler de
vücut toprağımızdaki hakikat cevherini ortaya çıkarır. Yılan ve Akrep zehiri
şifadır. Gübre böceği yılda elli ton gübreyi toprağa gömerek toprağı gübreler. Cahil
insan pis kokan böcek gibidir, dokununca kokusu çıkar. Kâinatta yaratılmış
hiçbir şey gereksiz ve boşuna değildir. Kur’an-ı Kerîm ayetleri sembollerle
doludur. Pamuk Prenses ve yedi cüceler
ve benzeri masallar, Nasrettin Hoca hikâyeleri, saklambaç oyunları (sobe/buldum),
sıcak ve soğuk ülkelere göç eden kuşlar, zeytinyağı, sirke, taş, yalancı bahar,
erken öten horoz hep bize bir şeyler anlatır.
Allah anlamayı ve
uygulamayı hepimize nasip etsin inşallah. Amin. Sadakallahül Azim.