25 Aralık 2012 Salı



HZ. MUHAMMED (s.a.v.)’İN SIFATLARI

EFENDİMİZİN MÜBAREK İSİM VE SIFATLARI AŞAĞIDADIR.

ABDULLAH:  Allah’ın kulu.
ÂBİD: İbadet eden, kulluk eden, takva sahibi kimse.
ÂDİL: Haktan adaletten ayrılmayan.
AHMED: Pek çok methedilmiş, övülmüş kimse.
AHSEN: En, pek, çok güzel.
ALÎ: Yüksek, yüce, ulu, üstünde hiçbir derece bulunmayan.
ALİM: Çok bilen, bilici, ilim sahibi olan kimse.
ALLÂME: Çok alim, çok  bilgili, her şeyi bilen, her ilimde üstat olan kimse.
EL-ÂLİM:  Hakk’ın ulûhiyetini ve ZÂT’ını müşâhade ettirdiği kimse.
ÂMİL: Amel eden, işleyen, icra eden.
AZİZ: Yüce, değerli, kıymetli, mukaddes.
BEŞİR: Müjde getiren kimse, müjdeci.
BÜRHAN: Kanıt, delil, hüccet.
CEBBAR: Çok becerikli, tuttuğu şeyi koparan.
CEVAD: Cömert, ikram edici kimse, kerim.
ECVED: Çok daha iyi olan, çok daha cömert.
EKREM: Çok kerim, cömert, lütuf ve kerem sahibi.
EMİN: Güvenilir, inanılır, itimat edilir kişi.
FÂRUK: Hakk’ı hak olmayandan, bâtıldan ayıran, çok adil olan.
FETTAH: Lûtuf ve Rahmet kapılarını açan.
GALİB: Üstün gelen, yenen.
GANÎ: Zengin. Sahip olduğu şeyle yetinen, gözü tok kimse.
HABİB: Sevilen kimse, sevgili ,dost.
HÂDİ: Doğru yolu gösteren, Hidâyet eden kimse.
HÂFIZ: Koruyan, muhafaza eden kimse. Kur’an’ı Kerîm’i bütünüyle ezberlemiş olan ve ezberden okuyabilen kimse.
HALİL: Sâdık ve gerçek dost.
HALÎM:  Yumuşak huylu, yumuşak.
HÂLİS: Saf, temiz, samimi.
HAMİD:  Şükreden, hamdeden kimse.
HANİF: Allah’ın birliğine inanan, İslâm’a tabîî olarak şirk ve delâletten kurtulan kimse.
KAMER: Ay.
KAYYIM:  Kendi zât’ı ile var olan, varlığında ve varlığının devamında her şey kendisine muhtaç olduğu halde, kendisinin hiçbir şeye ihtiyacı olmayan.
KERİM: Kerem sahibi kimse, cömert, ulu, şerefli, aziz.
MECİD: Büyük ve yüce olan, şan, şeref sahibi. Çok cömert.
MAHMUD:  Övülmüş, methedilmiş, methe ve övgüye değer.
MANSUR: Allah’ın yardımıyla galip gelen, zafere ulaşan.
MÂSUM:  Suçsuz, günahsız, saf, temiz, lekesiz. Allah tarafından korunduğu için günah işlemeyen peygamber.
MEDENÎ:  Medenîyetin sağladığı imkânlardan yararlanan, uygar, görgülü, şehirli.
MEHDÎ: Allah tarafından doğru yola iletilen, hidâyete eriştirilen, doğru yolda bulunan kimse.
MEKKÎ: Mekke şehrine ait, Mekke’de oturan.
MERHUM: Allah tarafından bağışlanmış, af ve merhametle müjdelenmiş, Allah’ın rahmetine mazhar olmuş kişi.
MES’UD: Saadete ermiş, saadetli, mutlu, bahtiyar.
METİN: Sağlam, dayanıklı, güçlü, kuvvetli.
MUALLİM: Öğreten, öğretici, eğitici kimse.
MUKTEDÂ: Örnek alınan kimse.
MÜBÂREK: Çok saygı değer, hürmete lâyık, muhterem.
MÜCTEBÂ: Seçilmiş, seçkin.
MÜKERREM: Saygı değer, yüce, aziz.
MÜKTEFÎ: Kâfi ve yeter bulan, yetinen, kanaat eden.
MÜNİR: Aydınlatan, ışık veren, ışıklı, parlak.
MÜRSEL: Gönderilmiş, yollanmış, Peygamber, nebi, resul.
MURTAZÂ: Beğenilmiş, seçilmiş, razı olunmuş kimse.
MUSLİH: Daha iyi bir şekle veya hale koyan, iyileştiren,barışı sağlayan kimse.
MUSTAFA: MaddÎ ve Mânevî yönden arıtılıp saf ve seçkin duruma getirilmiş, en halis olarak seçilmiş kimse.
MÜSTAKÎM: Doğru, istikâmetli, eğri olmayan, düz, dik.
MUTÎ: Uyan, itaat eden, boyun eğen, tâbi olan kimse.
MUT’Î:  Nimet veren ,ihsan eden.
MUZAFFER: Savaşta zafer kazanmış, üstünlük elde etmiş, galip.
MÜŞÂVİR:  Bilgisinden ve fikrinden yararlanılan kimse, danışman.
NAKÎ: Temiz, pak, halis.
NAKİB: Bir cemaatin büyüğü, bir kavim veya kabilede başkan veya başkan vekili olan kimse.
NASİH: Hükmünü ortadan kaldıran, iptal eden.
NÂTIK: Konuşan, söz söyleyen, aklını işletip düşünen, tefekkür eden, düşünme ve idrak etme kabiliyetine sahip olan.
NEBÎ:  Tanrı buyruğunu kullara bildiren kimse, peygamber.
NACİYULLAH: Selâmete ermiş, kurtulmuş, cehennem ateşinden kurtulmuş.
NECM: Yıldız.
NESİB: Soyu temiz, baba tarafından asil olan kimse.
NEZİR:Doğru yola getirmek için Allah’ın vereceği cezaları bildirip korkutan.
NİMET: Lûtuf eseri olan iyilik, bâğış, ihsan.
NUR: Kalp gözüyle his ve idrak edilen gönül açıcı aydınlık, maddi olmayan hususlarda basiret gözüyle görülen ve gerçeği görmeyi sağlayan mânevi  ışık.Nur Hz. Muhammed’dir.
RÂFİ:  Kaldıran, istediği, lâyık kıldığı mümin kulunu yükselten.
RÂGIP: İstekli, isteyen.
RAHÎM: Çok merhametli, acıyan, esirgeyen kimse.
RÂZI: Kabul eden, uygun bulup benimseyen, olana boyun eğip rıza gösteren.
RESÛL: Peygamber, nebi, elçi.
REŞİD: Doğru yoldan giden, doğru düşünen, doğruyu ayırd edecek seviyede olan kişi.
SAİD: Kutlu, uğurlu, mübarek. İyi ve güzel yaradılışı, üstün ahlakı sebebiyle Hak katında makbul olan, kurtulmuşlardan sayılan kimse.
SABIR: Sabreden, sabırlı kimse.
SÂDULLAH: Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübâreklik.
SÂDIK: Sevgi ve bağlılığı içten, gönülden olan kimse, gerçek dost.
SÂFFET:  Maddi ve MânevÎ mânâda temizlik, arılık, saflık.
SÂHİB: Bir şeyi hükmü altına alıp, gerektiği gibi kullanan, tasarruf eden kimse. Koruyucu, hâmi.
SÂLİH: Yetkisi olan kimse, yetkili. İyi amel sahibi.
SELÂM:  Her türlü ayıp ve noksandan uzak bulunan, kullarını huzur ve selâmete eriştiren.
SEYFULLAH: Allah’ın kılıcı, Allah’ın rızasını kazanmak için çekilmiş kılıç, bu yolda savaşan, cihat eden kahraman.
SEYYİD: Efendi, önder, reis.
ŞÂFİ: Birinin affı için araya giren, şefaatçi olan, şefaat eden kimse. Şifa veren, iyileştirici.
ŞÂKİR: Şükreden kimse, şükredici.
TÂ-HÂ: Surelerin başındaki  bu semboller Hz.Peygamberin isimlerindendir. Tâ, Peygamberin Tâhir ismidir. Hâ ise Hâdi ismidir.
TÂHİR: Temiz, pak, arı. Allah’ın ilâhi emirlere karşı gelmekten koruduğu kimse.
TÂKİ: Haramdan günahtan kaçınan, ehl-i takva, müttaki.
TAYYİB: İyi, güzel, hoş.
VÂFİ: Yeter, kâfi, elverir. Sözünde duran, ahdine vefa gösteren.
VÂİZ:  İbadethanelerde kalpleri yumuşatacak, sevaba, güzel ahlaka, iyiliğe, nefsi ıslah ettirecek, kötülüklerden tövbe ettirecek şekilde dini konuşma yapan, nasihat veren kimse.
VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan.
YÂ-SİN: Yâ Seyyid, Yâ insan gibi muhtelif mânâlar rivâyet edilir. Şifredir.
ZÂHİD: Dünyayı terk edip dinin emirlerine çok titizlikle riayet eden, takva sahibi, dindar, müttaki kişi.
ZÂKİR: Anan, zikreden kimse.



24 Aralık 2012 Pazartesi


ORTA NAMAZ- İKİNDİ NAMAZI

Namaz vakitleri  5’tir. Çünkü insanın kök bileşimi de 5’dir. BEDEN, NEFS, RUH, KALP VE SIR.
SABAH NAMAZI, SIR’rın payıdır. 1. rekat’ı CELAL, 2. Rekat’ı CEMAL’dir. Çünkü karanlıktan(gayb) aydınlığa(gündüz) çıkış vardır.
ÖĞLE NAMAZI, RÛH’un payıdır. Bu Allah’ın zât’ıyla tecelli anıdır, kişideki Hakk’ın tam zuhurudur. Saat’in 12’yi göstermesi gibidir. Peygamberin tekâmülünün tamamlanarak ortaya çıkışıdır. Öğlen güneşin en parlak olduğu andır. Bu da Rûh’un payıdır.
İKİNDİ NAMAZI, KALB’in payıdır.
AKŞAM NAMAZI, NEFS’in payıdır. Akşam havanın kararmaya başlaması ile Nefs’in payı ortaya çıkar.  Çünkü nefs, emmare(emreden nefs) mertebesinde karanlık ve siyahtır.1. Rekat Celâl, 2. Rekat Cemâl, 3. Rekat ise Kemâl’dir.
YATSI NAMAZI, TABİAT’ın payıdır. Çünkü yatsı, tabiatın vasıflarından olan uyku vaktidir.
İKİNDİ NAMAZININ(orta namaz) CEMAATLE KILINMASI:
''''Namazlara ve orta namaza devam edin''.(Bakara suresi- 238)
 İkindi namazı orta namazdır ve sırrı KALP’tir. Çünkü, Kalp vücudun ortasındadır. Kalp iyi olduğu zaman bütün vücut iyi olur, bozulduğunda ise bütün vücut bozulur. Kalp rûh ve nefs arasında sırât-ı müstakimdir. Yine KALP emanetin yüklendiği yer ve Hilafetin(halifelik)  zuhûr(ortaya çıkış)  yeridir.
Orta namaz denmesinin bir nedeni de  TEVHİD’i simgelemesidir. Yani TENZİH ve TEŞBİH arasındadır.
İkindi namazının cemaatle kılınmasının istenmesi de;
Sen uzuvlarınla başlı başına bir cemaatsin. Allah’ın bütün sıfatları olan Hayat, İlim, İrade, Kudret, Semi(işitme), Bas’ar(duyma), Kelâm sende mevcut. Bu sıfatların imâmı da RÛH’tur. Bütün uzuvlarını Rûh’a, kıbleni de Vechullâh’a (ALLAH’a) uydur. İşte böyle kılınan namaz Cemaatle kılınan namazdır.
İBADETİN RUHU MARİFETULLAH’TIR. YANİ TEVHİD. TEVHİD EHLİ DE MUVAHHİD’DİR.
SALAT’IN( namazın)  ÖZÜ 3 ÇEŞİTTİR.
 -  SALAT-I VAKİT: 5 VAKİT KILINAN ZÂHİR NAMAZ.
 -  SALAT-I VÜSTA: Orta namaz, Tevhid makamı.
      -  SALAT-I DAİM:  Daim namaz. Bekâ billah.(kendinden fani, hakk’la baki-var olma)
Namaz vücudu bütün kuvvetleriyle ıslah etmekten ibarettir. Kim bu kuvvetlerin ıslahını arzu ederse, 5 vakit namazı kılacaktır. Kim bunları yerine getirmezse, nefislerini hüsrana uğratmışlardan sayılır.
TENZİH:  Allah’ın eksik ve noksanlardan münezzeh(uzak)  bulunması ve insan vasfında  olmadığına inanma. Allah’ın Zât’ının(özü) her türlü sınırlamadan uzak tutulması.
TEŞBİH: Allah’ın bazı isim ve sıfatlarıyla insanda tecelli etmesi.
YALNIZ TENZİH EDEBE AYKIRIDIR. ÇÜNKÜ TENZİH ALLAH İÇİN BİR KISITLAMA OLUP, YARADILMIŞLARDAKİ TECELLİSİ GÖZ ARDI EDİLİR. İSLAM TENZİH İLE TEŞBİH ARASINDA OLMAKTIR. BU DA ORTA YOL OLAN(sırat-ı müstâkim)  TEVHİD’DİR.


19 Aralık 2012 Çarşamba


ESMÂ-İ   HÜSN   /   ALLAH’IN İSİMLERİNİN ŞERHİ

ALLAH’IN İSİMLERİ SONSUZDUR.

RESÛLULLAH ŞÖYLE DEMİŞTİR: ALLAH’IN  99 İSMİ VARDIR. BUNLARI SAYAN CENNETE GİRER.

ALLAH: Bu isim bütün isim ve sıfatları cem(toplayan) eden zât’i isimdir. Çünkü zât isim ve sıfatlarla tecelli eder. Bu ismin sıfatı ulûhet’tir.  Ulûhet sıfatı, en aşağısından en yukarısına bütün varlık mertebelerine Hakk’a ait hakikatler ve Halk’a ait hakikatler gibi varlık ve mutlaklık durumlarını vererek kuşatmak demektir. İlahi isimler için bu isim sıfatlar için zât gibidir.. Bu yüzden hadiste geçen doksan dokuz isim bu isimle birlikte yüze tamamlanır.
1.HÛ (HÜVE):  İlahi  Zât’ın bilinmezliğine işaret eder. Hû(O) ismi Hüviyet tecellisinden ibarettir. Hz. Peygamber, Hû ismini Allah isminden önce söylemiştir. Çünkü Hû Allah isminin bâtını(içi), Allah ismi ise Hû’nun zahiridir(dışı). Bütün isimler Allah ismine, Allah ismi Hüve’ye, Hüve ise Zât’a bağlıdır.

2.ER-RAHMÂN:  Bu isim merhameti bol olan ve her şeyi kuşatan  RAHMET kökünden gelmektedir.  Rahmân, nerede olursa olsun, nasıl bulunursa bulunsun ve içine ceza karışsın karışmasın, her çeşit merhamete şamildir. Acıyan, esirgeyendir. Herkesi  rızıklandırandır.
3.ER-RAHÎM: Bu isim de RAHMET kökündendir. Rahîm, intikam almadan, azarlamadan, ayıplamadan, tevbenin şeklini de kendi öğretip sonra da affeden demektir. Sıkıntıları güzel karşılamak,  Celalin içinde Cemâl’i görmek Rahîm isminin tecellisidir. Sadece müminleri, iç dünyalarında huzurlu ve başarılı kılan, nurlarla aydınlatıp, huzura erdiren demektir. Bu ismin ahirette meydana gelmesi daha kuvvetlidir.
4.EL-MELİK:  Hükümdar, Padişah, mutlak hükümran anlamına gelip, varlığın tamamı ona aittir. O, şiddet ve kuvvetle, belli bir ihtiyaç olmaksızın emir ve yasaklarla egemen olarak orada hüküm sürer. Sıfatı hükümranlıktır.ER-RÂB  ismi EL-MELİK  demek olup, kullarının işlerini ıslah edendir.
5.EL-KUDDÛS:  Allah’ın yüceliğini ve eksik sıfatlardan münezzeh (uzak), Kutsal olduğunu  anlatır. Sıfatı Kuddûsiyettir. Kuddisiyet, yaratılmış mazharların hükmünden uzak olan ilk tecelli-yi  akdes’tir. (hakk’ın zât’ında, zât’ı için zât’ına tecellisidir.)
6.ES-SELÂM:  Varlığın hakikatlerinin mertebelerini  yokluğa karışmaktan koruyan ve mertebelerin birbirine karışmalarına mani olandır. Bu ismin sıfatı Selâmettir. Emniyette, güvende, sağ ve sâlim olmak anlamına gelir. O es-Selâm’dır ki eşyayı  helâk ve telef olmaktan korur.
7.EL-MÜ’MİN:  Zât’larının hakikatlerinin gerektirmediği bütün şeylere karşı varlıkları güvende kılandır. El-Mü’min ismi imân’dan  türemiş olup, İmân da Allah’a İmân eden kulun sıfatıdır. Emin, güvende olmak ve doğru, güvenilir olma gibi anlamları da vardır.
8.EL-MÜHEYMİN: Gözetmek, kollamak, nezaret etmek, kontrol etmek, gözetlemek gibi anlamları vardır. Bu ismin sıfatı heymene’dir. Heymene, kendisinde Hakk’ın haberdar olduğu şey üzere kahr ve egemenlik  hükmü ile idaresinin ortaya çıktığı haberdarlık tecellisidir.
9.EL-AZÎZ:  Mertebesi yüce olup asla zelil olmayan, anlayışlardan uzak olup idrak edilemeyen ve kendisine yeten ve başkasına muhtaç olmayandır. Üstün, kuvvetli, şerefli olma anlamlarını da taşır.Bu ismin sıfatı izzettir.
10.EL-CEBBÂR:  Azameti ile kahredendir. Bütün varlıklar O’na isteyerek veya istemeyerek boyun eğer.Bu ismin sıfatı ceberûtiyyet’tir. Cebrrûtiyyet, ilâhi azametin, kahrın bir çeşidi olarak kendisinde zuhûr ettiği ilâhi tecellidir.
11.EL-MÜTEKEBBİR:  Şeref ve Azamet sahibi olan ve mertebesinde  ulûhiyetle (ilahlık) izzet bulandır. Varlıkta O’ndan başkasının bulunması mümkün değildir. Bu ismin sıfatı kibriyadır. Kibriya, zât’ın sonsuz olma hali ile zât’i   ‘‘öze’’ ait ilâhi tecellidir.
12.EL-HÂLIK:  Şekil  vermek, var etmek, yoktan yaratmak anlamlarına gelir. Bu ismin sıfatı Hâlıkiyettir. Hâlıkiyet, ilmindeki a’yân-ı sabiteye ait suretleri maddi varlık aleminde görünür kılandır.
13.EL-BÂRİ:  Var ettiği şeyi kendisinden önce başka biri var etmeyendir. Yoktan, örneksiz yaratandır.
14.EL-MUSAVVİR: Var edecek olduğu şey için ilminde belirli bir sûret seçendir. Bu ismin sıfatı tasvirdir.Tasvir, Hakk’ın eşyanın hakikatlerini bilmesi bakımından, o hakikatlerin gerektirdiği şeye göre eşyanın suretlerinin yaratılması kendisinde vuku bulan ilâhi tecelliden ibarettir.

15.EL-ĞAFFÂR:  Günahın çirkinliğini sevabın güzelliği ile örtendir. El-Afüvv (af) ismi ile El-Ğaffâr ismi arasındaki fark, el-Afüvv günahı görmezden gelip onu cezalandırmayandır. El-Ğaffâr ise bağışladığı gibi sonra onu iyiliğe çevirendir.
16.EL-KAHHÂR:  Kadim(yaratılmamış) olan varlığının, nûr’u sonradan olmuş olan varlığın karanlığına egemen olandır. Bu ismin sıfatı Kahr’dır.Kahr, varlığının O’nunla beraber bir izinin kalmaması demek olan vâhid’i tecelliden ibarettir.
17.EL-VEHHÂB: Vermek, bahşetmek, ihsan etmek anlamlarına gelir. Allah önce kabiliyetleri bağışlar, sonra da bu kabiliyetlerin gerektirdiği rızkı bağışlar.Böylece varlık tamamlanmış  olur.
18.ER-REZZÂK:  Eşyaya kabiliyetlerinin gerektirdiği şeyi verendir. Ruhlar için, cisimler için, Mânâ için kabiliyetlerinin gerektirdiği  rızıkları ihsan eden, bağışta bulunandır.
19.EL-FETTÂH:  Âlemin karanlığını nuruyla açandır. Böylece âlem Allah’ın varlığıyla varlık kazanır. Varlıkların bizzat hak etmedikleri halde elde ettikleri şeylerin hepsi bu ismin feyzindendir. Bu ismin sıfatı Feth’tir.
20.EL-ALÎM: Eşyanın mahiyetini hakikatleri üzere toplu ve ayrı ayrı  bir biçimde bilendir. Bu ismin sıfatı ilimdir. İlim de idrake ait ilâhi tecellidir.
21.EL-KÂBIZ: Bir şeyi tutmak, kavramak, yakalamak, sıkıca tutmak, teslim almak anlamlarındadır. Bu ismin sıfatı kâbz’dır. Kabz, vahidiyet(birlik) tecellisinden ibarettir. Vahidiyetin kendisine yönelik hükmünden dolayı, eşya için hüküm durumu kalmaz.
22.EL-BÂSİT:  Açmak, yaymak, genişletmek, büyütmek, sunmak, arz etmek anlamlarındadır. Bu ismin sıfatı bâst’tır. Bast, rahmani tecelliden ibarettir. Varlıktaki her bast(açılma) durumu bu Rahmani tecelliden ibarettir.
23.EL-HÂFID:  Her ne kadar her iki mertebede de(hakk ve halk)  tecelli eden bir olsa da Halka ait varlık mertebelerini Hakk’a ait varlık mertebelerinden daha düşük kılandır. Rab’liğin yüceliği bu tecellide görünür.Böylelikle düşük olma hali kul olana ulaştı. Varlıktaki her düşüklük durumu bu rabbani tecelliden kaynaklanır.
24.ER-RÂFİ:  Kaldırmak, yukarı çıkarmak, yükseltmek, yüceltmek, paye vermek, terfi ettirmek anlamlarındadır. Bu ismin sıfatı ref’tir. Varlığa ait her ref/yükselme durumu ancak bu tecelliden dolayıdır.
25.EL-MU’İZZ:  Varlıkta zuhûr edendir. O, kendilerinde zuhur etmesiyle mahlukatı aziz kılandır. O, varlığının zorunlu olmasından dolayı bizâtihi azizdir. Âlemde zuhur eden bütün izzet ve üstünlük bu isimden kaynaklanır.
26.EL-MÜZİLL: Varlığını mevcutlarda gizleyendir.Bu sebepten mevcutların zâhir(açık), Hakk’ın bâtın(gizli) olması nedeniyle mevcutları zillet yakalar.Mahluklar ancak Hakk’ın bâtın(gizli) olması ve perdelenmesinden dolayı zillete düşerler.
27.EL-SEMÎ:  Konuşma özellikleri bakımından eşyanın hakikatlerini idrak edendir. Mevcutlardan hiçbir şey yoktur ki, bir tür konuşma ile konuşuyor olmasın.Hakk bu dilleri kadîm olan işitmesi ile işitir. Duymak, kulak vermek, işitmek anlamlarındadır.
28.EL-BASÎR:  Eşyayı mertebeleri bakımından idrak edendir. Bu ismin sıfatı basar’dır. Bakmak, görmek, anlamak, idrak etmek anlamlarını taşır.
29.EL- HAKEM: Cevherlik, arazlık,öncelik, sonralık, yakınlık, uzaklık, ulvilik, süflilik, evvellik, ahirlik, zâhirlik, bâtınlık, büyüklük, küçüklük, kemiyet ve mahiyet itibariyle azlık ve çokluk gibi alemin halleri cihetinden her hak sahibine hakkını vermekle varlık kazanan şeyleri birbirinden ayırandır. Bu ismin sıfatı hükümdür.
30.EL-ADL:  O öyle bir Hakk’tır ki gökler, yer, ikisi arasındakiler ve bunların ötesindekiler O’nunla var olur. Bu ismin sıfatı adalettir. Âdil olmak, eşit davranmak, dengeli davranmak anlamlarını taşır.
31.EL-LÂTİF: Gözle idrak edilmesi imkansız ve mekandan münezzeh olandır. Bu yüzden cihette ve tarafta yer kaplamaz. Bu ismin sıfatı  lütuftur. Lütuf, kesilmeksizin ve engellenmeden çeşitli nimetler ve yardımlarla rahmetin inmesi demektir.
32.EL-HABÎR:  Eşyayı kendilikleri bakımından tanıyandır. Böylece Hakk eşyayı hâkikatte nasılsalar öylece bilmiş olur. Bu ismin sıfatı hibret’tir. Hibret, kapsayıcı, kuşatıcı ve tafsilatlı bilgiden ibarettir.
33.EL-HALÎM: Mücrimlerin suçlarının çokluğuna karşı  affetmekten usanmayan ve isyankarların kötülükte devam etme çirkinlikleri, kendisini güzel karşılık vermekten alıkoymayandır. Bu ismin sıfatı hilm’dir. Hilm(yumuşaklık), isyankarlar hakkında azab ile değil de rahmet ile tecelli edendir. Çünkü Allah’ın rahmeti, gazabını örtmüştür.
34.EL-AZÎM:  Zât’ının niteliklerinin mertebesi yüce olan ve sıfatlarının celâl ve kibriyâsındaki nihayetin sınırını aşandır.Bu ismin sıfatı azamettir. Ulu, yüce, büyük, azametli, güçlü, kudretli olmak anlamlarındadır.
35.EL-ĞAFÛR:  Meydana gelen herhangi bir günahtan ötürü hesaba çekmeyendir. Bu ismin sıfatı mağrifettir. Mağfiret mutlak cemal’in zuhur ettiği ilâhi tecellidir. Bağışlamak, affetmek gibi anlamlar taşır.
36.EŞ-ŞEKÛR:  Övgünün edâ edilebilmesi için, bu övgüyü yapmaya ehil olması nedeniylekullarından kendisini övendir. Bu nedenle Hz. Peygamber ‘’Ben Seni, Senin kendini övdüğün gibi övemem’’ buyurmuştur. Bu ismin sıfatı şükürdür. Şükür ilâhi bir tecelliden ibarettir ki, bu tecellide Hakk kullarına olan ihsanına karşılık olarak kendisini över. Şükür, nimetin karşılığında yapılan şükürdür. HAMD, HAKK’IN KENDİSİNİN LÂYIK OLDUĞU VE KENDİSİNE AİT OLAN SIFATLARLA KENDİSİNİ ÖVDÜĞÜ İLÂHİ TECELLİDİR. Hamd şükürden daha kapsamlıdır.
37.EL-ALİYY:En yüksek varlık mertebesinde kendisinden başka bir varlık kendisine ortak olmayandır. Bu ismin sıfatı Yücelik’tir. Yücelik Zât ve mertebe yüceliği diye iki kısımdır. Zât yüceliği mekan bakımından olup, mekanı kendi ilmidir.
38.EL-KEBÎR:  Zât’ı yüce olan ve sıfatları varlık mertebelerinin tamamını kuşatandır. Öyle ki, onun zât’ının künhü idrak olunamaz ve hiçbir sıfatı kuşatılamaz. Bu ismin sıfatı kibriyâdır.
39.EL-HAFÎZ: Varlık mertebelerini O mertebedeki zuhuruyla yok olmaktan koruyandır. Allah’ın birbirine zıt isimleri vardır. Bu ismin sıfatı olan hıfz ismi, birbirine zıt olan isimlerin birbirlerine tesir etmesini önler. Örn. Rahmetin varlığından dolayı azap yok olmaz. Azabın varlığından dolayı da rahmet yok olmaz.Bu birbirine zıt olan bütün ilahi isimler için böyledir.
40.EL-MUĞİS:  Varlıklara kabiliyetlerinin açığa çıkmasını bağışlamakla var edendir. Bu ismin sıfatı İğâse’dir. İğâse, her ihtiyaç sahibinin sahip olduğu şeyi kabiliyetinin hak ettiği üzere eriştirerek dileğine icabet etme süratinden ibarettir.  Gerçekte bir şeye ihtiyaç duyan her ihtiyaç sahibi, ihtiyaç duyduğu şeyi kesinlikle elde eder. İşte bu, iğâse’nin anlamıdır.
41.EL-HASÎB:  Övgünün mânalarına mahsus olan kapsamlı ve mutlak bir şerefle öne çıkandır. Bu isim ilahlık sıfatlarının isimlerindendir. Bu ismin sıfatı Haseb’dir. Haseb, yüce bir şeref ve yüksek bir etkinlik ile Hakk’ın zuhuru demek olan ilâhî biir tecellidir.
42.EL-CELÎL: Yücelik ve şeref bakımından mertebesi aziz olandır. Bu mertebe için sınır idrak olunamaz ve bu mertebenin sonu bilinemez. Bu isim ilahlık sıfatlarının isimlerindendir. Bu ismin sıfatı celâl’dir. Celâl, mutlak ve sırf şereftir ki, kahr bu sıfatın olmazsa olmazıdır. Bu yüzden celâl’i tecellide kahr’ın bulunması muhakkaktır.
43.EL-KERÎM: Hakikatların bazısını bazısından ayırmakla kendi sıfatlarına ihsanda bulunandır. Cömert, eli açık olmak, kıymetli, değerli olmak anlamlarındadır. Bu ismin sıfatı kerem’dir. Kerem, toplu ve özet bir halde bulunan varlığa tafsilat vermekten ibarettir.
44.ER-RAKÎB: İlmine devamlı surette nâzır olan ve ilmi mâlumâtını daimi surette kuşatandır. Bu nedenle ezelî ve ebedî olarak mâlumâtını gözetir. Bir şeyi gözlemlemek, müşâhade etmek, seyretmek, kontrol etmek anlamındadır. Bu ismin sıfatı rakibiyettir.
45.EL-MÜCÎB: Varlığın hakikatlerinin kendisinden gerek hâl diliyle, gerekse sözle istedikleri şeyleri onlara bahşedendir. Allah’ın dileklere karşılık vermesini ifade eder.  Hâlin ortaya çıkardığı dilek derhal kabul edilir. Nefslerin arzu ettiği ise sözlü dileklerdir. Sözlü dilekler ancak hâle uygun ise kabul edilir, değil ise tehir edilir. Bununla birlikte bu dilekler ya bu dünyada, ya da ahirette mutlaka elde edilir.
46.EL-VÂSİ: Hakk’ın her şeyi kuşatmasını ifade eder. O, iki zıt şeyi kabul eden ve iki vasıfla tecelli eden bir kuşatıcıdır. O, hem bir şeyin aynı, hem de gayrııdır. O, bütün âlemi yokluk ve varlık bakımından kuşatmıştır. Bununla beraber hiçbir şey O’nu kuşatamamıştır.
47.EL-HAKÎM: Her hak sahibine hakkını verendir. Bu ismin sıfatı Hikmet’tir. Hikmet, bir şeyi yerli yerine koymaktır.
48.EL-VEDÛD:  O ki vahdeti çoğaltmayı sevdi de kendi vâhidiyetini(teklik) alemlerin çokluğunda çok olarak zuhur ettirdi. Eğer muhabbet olmasaydı bu zuhur gerçekleşmeyecekti. Eğer zuhur gerçekleşmeseydi Allah bilinemezdi. Bu ismin sıfatı vüdd’dür.  Sevmek, hoşlanmak, temenni etmek anlamındadır.
49.EL-MECÎD: O, azamet sahibidir. Celâl onun sıfatlarından biridir ve kibriyâ O’nun özelliklerinden biridir. Azâmet zât’ı, izzet sıfatıdır. O’nun özü aziz’dir. O büyük ve yücedir.
50.EL-BÂİS: O, çokluğu gayb hâlinin karanlığından görünürlüğün aydınlığına göndermiş, kendi hayatından onlara hayat vererek onları diri kılmış ve onları hayatlarıyla adlandırmıştır. O, vahdetten kesreti çıkarandır. Bu ismin sıfatı ba’s’tır. Ba’s, bâtın(gizli) olma halinden sonra zuhûr etmekten ibarettir.
51.EŞ-ŞEHÎD:  Şahadet(dünya) âleminin mazharları(ortaya çıkması) ile zuhur eden ve kendisinin zuhuruna kendisi şahit olandır. Bu ismin sıfatı şahadet’tir. Şahadet, Hakk’a ait ve Halk’a ait  mazharların tamamıyla gerçekleşen ilâhi zuhûrdan ibarettir. Şahadet, ortaya çıkma, gayb perdelenme ve gizli olmaktır.
52.EL-HAKK:  Bu isim Zât’ı ilahiyeye aittir. Hakk mutlak varlıktır. Hakk varlığın hakikatidir. Adalet ve insaf anlamına gelir. Bu ismin sıfatı Hakkıyettir. Hakk bütün eşyanın suretinde ‘’Hakk’’ ile tecelli eder.
53.EL-VEKÎL:  Allah mutlak Vekîl’dir. Çünkü O, mahlukatın bütün fiillerinin failidir. Gerçekte ise mahlûkların kendilerine özgü hiçbir fiilleri, güçleri, kudretleri, iradeleri yoktur. Bunların tamamı Allah Teâlâ’ya aittir. Bu ismin sıfatı vekâlet-i ilâhiyedir.
54.EL-KAVÎ: Tecellisinin yükünü âlemin üzerinden alandır. Aksi halde zuhurunun şiddetinden dolayı kesinlikle bütün âlem yok olurdu.  O, yüzden aslî hüviyetiyle kendisi için zuhur etmiştir. Bu zuhura kendisinden başka kimse katlanamaz. Bu ismin sıfatı kuvvettir. İlahi kuvvet bir şeyde ancak o şeyin kabiliyeti miktarınca zuhur eder.
55.EL-METÎN: Kemâli kesintiye uğramayan, celâlinin sonu olmayan, mazharı ve cemâli olan mülküne nüfus edilemeyen, bilgi tarafından kuşatılamayan ve hiçbir ibare tarafından nitelenemeyendir.Âlemde onunla zuhur eden bütün tecelliler ancak O’nun perdesidirler. Varlıklar O’nu bu tecelli ile tanıdıklarını sanırlar. Oysa Allah varlıkların bu bilgisinden münezzehtir(uzak). Bu ismin sıfatı metânettir. Sağlam, sert ve kuvvetli olmak anlamındadır.
56.EL-VELÎ:  Varlık durumunu bizzat üstlenen ve varlıkta isim ve sıfatlarıyla ve varlığın bulunduğu zâhirlik, bâtınlık, var kılma. yok kılma, hadis olma ve varlığın bütününe ait diğer hallerde tecelli edendir. Varlığın tümü suret, mânâ, maddi ve hükmî bakımdan O’na döner. Bu ismin sıfatı  velayettir. Bu mertebe mâlik’in mülkündeki tasarrufudur. Bu makam en büyük kutup ve cem edici gavs(yardımcı) olan kimsenin makamıdır.
57.EL-HAMÎD:  Bu ismin sıfatı HAMD’dır.Hamd, Hakk’ın  nefsine lâyık olan şeyle kendinde, hamdiyle tecellisinden ibaret olan bir ilahi tecellidir. Hamd sadece Allah’a aittir. Ayrıca Hamd, nebi’nin makamıdır. ‘’Hamd sancağı’’ O’na aittir.
58.EL-MUHSÎ:  İdrak ve varlık bakımından tecellisi ile kuşatandır. Hakk’ın her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilmesini ifade eder.   Bu ismin sıfatı ihsâ’dır.
59.EL-MÜBDÎ:  O, ilâhi isimler ve sıfatlar demek olan kesreti ortaya çıkmasıyla zuhur ettirendir. Bu ismin sıfatı ibdâ’dır. Hakk’ın örneksiz yaratışını ifade eder.
60.EL-MU’ÎD: Çokluğun hükmünü kendinde halk, Hakk, sıfat, isim ve işaret zuhur etmeden mutlak ahadiyette gizleyendir. Çünkü mutlak ahadiyyet,  mücerret(soyut)  zât olup kendisinde zâhir ve bâtın olma durumu yoktur. Bu ismin sıfatı iadedir. İade, her şeyin aslına dönmesidir. Çünkü, nihayet(son), bidâyete(başa)  dönüşten ibarettir.
61.EL-MUHYÎ: Varlığın hayatı Allah Teâlâ’nın ona nazar etmesiyledir. Eğer varlıktan nâzarını kaldırırsa, varlık bir defada yok olur. Bu ismin sıfatı ihyâ’dır. Allah’ın diriltme vasfını ifade eder.
62.EL-MÜMÎT:  Her şeyin aslına dönmesi yokluktur. Hakk onları mutlak varlıkta zuhur ettirir. Bu ismin sıfatı imâtedir. İmâte, ilahi sıfatların gizlenmesinden, yani  varlıkların Hakk’da bâtın(gizli) oluşundan başka bir şey değildir. Canlıların hayatına Allah’ın son verdiğini ifade eden bir addır.
63.EL-HAYY: Diri olmak, hayat sahibi olmak anlamındadır. Bu isim, imamların imamı ve öncüsüdür.Bu ismin sıfatı, ilahi hayattır. İlahi hayat, bütün mevcutlara yayılmış olan mutlak varlıktan ibarettir.
64.EL-KAYYÛM: O, Nefsi ile var olandır. Kendisinin dışındakiler ise O’nunla var olurlar. Bu ismin sıfatı kayyumiyettir. Kayyumiyet, ezelden ebede daimdir.
65.EL-MÂCİD:  Bu ismin sıfatı Mecd’dir.Mecd, sonu olmayan Kibriya ve azâmet sıfatlarından bulunduğu hâl  ile Hakk’ın kendi zât’ına nazar kılmasından ibarettir.
66.EL-VÂCİD:  Zât’ıyla mükemmel  olandır.O, en tam, en yetkin, en toplayıcı ve en kuşatıcı yönlerden cemâl, celâl ve kemâl sıfat ve isimlerinin tamamını bulandır. Bu ismin sıfatı vücûddur. Vücûd sıfatı, Hakk’ın zuhur, mânâ, gayb, şahadet, Hakk, Halk ve mutlak olmak bakımından tecellisinden ibarettir.
67.EL-VÂHİD:  O, bir, tek ve benzersiz olandır. Bu ismin sıfatı vahidiyettir. Vahidiyet, zât’ın, sıfatların bütün olarak görüldüğü yerdir. Vahidiyet’te sıfatların hepsi, çok ve çeşitliliği ile birlikte tektir.
68.ES-SAMED:  İhtiyaçları başkası değil ancak kendisi gideren ve kendisine itaat edilen efendi, kendisinden yukarda  hesap vereceği biri olmayan kişi, mahlûkatı yok olduktan sonra bile ebedî ve ezelî olan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu  kimse anlamına gelir. Es-Samed, yemek yemeğe ihtiyaç duymayan anlamına da gelir.
69.EL-KÂDİR: Allah’ın her şeye gücünün yettiğini ifade etmek için kullanılan bir isimdir. Bu ismin sıfatı Kudret’tir. Kudret sıfatının hakikati, kendisini hiçbir işin âciz bırakamadığı pek yüce zâtî kuvvettir.
70.EL-MUKTEDİR:  Hiçbir kayıt olmaksızın ve âcizlik bulunmaksızın dilediği şeyi yapandır. Bu ismin sıfatı iktidardır. İktidar başkasının güç yetiremediği  şeyi yapmaktır.
71.EL-MUKADDİM:  Varlığa ait hakikatlerin kadimini, hadisini, Hakk’a ait olanını ve halk’a ait olanını bunların hepsini derecelendirir. Bu ismin sıfatı takdim’dir. Takdim, ayrıntılı tecelliden ibarettir.
72.EL-MUAHHİR:  Eşyayı erteleyen ve böylece her şeyi yerli yerine koyandır. Böylece bitki madenden,hayvan bitkiden, insan da hayvandan sonra gelir. Bu ismin sıfatı te’hîr’dir.
73.EL-EVVEL: O, varlığı kendinden olandır. Bu nedenle O’nun varlığı başkasına dayanmaz. Bu yüzden de O’nun evvelliği gerçekleşir. Çünkü varlığı başkasına dayanan bir şey evvel olamaz. Bu ismin sıfatı evveliyet’tir.
74.EL-ÂHİR: O, sonu olmayandır. O her sonun sonu, her sınırın sınırıdır. Hakk’ın varlığının sonunun olmadığını ifade eder. Bu ismin sıfatı âhiriyyettir. Evvellik ve Âhirlik zâtı zorunlu olan varlığın iki vasfıdır.
75.EZ-ZÂHİR:  Görünür ve görünmez mevcutların hakikatidir. Bu ismin sıfatı zuhûr’dur. Hakk zuhûru bakımından bâtın(gizli), bâtınlığı bakımından da zâhirdir(açık).
76.EL-BÂTIN:  Allah Teâla, hâlde tasavvur edilen,hatıra gelen, gözle görülen, kulakla işitilen, ilimle idrak olunan her şeyin ötesindedir, bâtındır, bilinemez. Sınırlar O’nu kuşatamaz, niteleyemez. Bu ismin sıfatı butûn’dur. Butûn, zât’i  ‘’amâ’’(berzah)  mertebesidir. Bu mertebe ZÂT’ın mutlaklığıdır.
77.EL-VÂLİ:  Hakk’ın kâinata hâkim olup onu yönetmesini ifade eder. Bu ismin sıfatı Velâyet’tir. Bu ise mahlukatların kabiliyetleri üzere âleme etki etmek ve hakim olmaktır.
78.EL-MÜTEÂLÎ:  O, şânı diğerlerinden daha düşük bir mertebe tarafından kuşatılmaktan münezzeh olandır.Allah’ın izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olduğunu ifade eder. Bu ismin sıfatı teâli’dir. Allah zuhur ettiği mazharın hem aynıdır, hem gayrıdır.
79.EL-BERR:  O, cömertliğine ara vermeyendir. Aksine O, âlemdeki tecellilerinin sürekliliği ile lütufkârdır. O,nun tecellilerinin sürekliliğinden dolayı varlık süreklilik bulur ve alem sürekli yeniden yaratılır. Bu ismin sıfatı birr’dir. Birr, ilâhi feyizdir.
80.ET-TEVVÂB:  O, her an âleme tecelli eder. Bu ismin sıfatı tevbe’dir. Tevbe, dönmektir. O, tevvâb’dır; yani bir tecellideki zuhurundan diğer tecellideki zuhuruna dönen ve sonsuza değin bu şekilde devam edendir. Bu nedenle her tecelli birbirinden farklı şekilde ve farklı mertebelerde ortaya çıkar.
81.EL-MÜNTAKİM:  Âlemin isyan olarak adlandırılan hâllerden herhangi birini ortaya koyması durumunda, intikam denilen ve tabiatının uygun olmadığı bir hâlin kendisi üzerine zuhûr etmesi kaçınılmazdır. Bu ismin sıfatı intikamdır.  İntikam hâllere göre cezadır.
82.EL-AFÜVV: O, suçluyu günahının karşılığı olarak öldürmeyen hatta kötülük fiilini ona nisbet etmeyendir. Çünkü gerçekte suçlu bu kötülük fiilini işlememiştir. Asıl fail Allah’tır. Bu ismin sıfatı af’tır. Af, adaletle değil, lütufla muamele etmektir.
83.ER-RAÛF:  Âlemde tecelli etmekle âleme merhamet edendir. Eğer Allah’ın âlemdeki tecellisi olmasa âlem göz açıp kapama süresinden daha hızlı bir şekilde tamamen yok olurdu.Bu ismin sıfatı re’fettir. Re’fet, âlemin sair hâllerindeki rahmetin kuşatıcılığıdır.Âlemin bu rahmeti bilmesi veya bilmemesi fark etmez, çünkü bu rahmet hâsıl olmuştur.
84.MÂLİKU’L-MÜLK:  O, eşyanın varlığının sahibidir. Gerçek mevcut O’dur.Bu yüzden de O mülkün sahibidir. O, âlemle örtünerek mülkü idare eder. Bu ismin sıfatı milkiyyettir. Görünen halk’tır, gizli olan ise Hakk’tır. Allah ise hem görünen, hem de gizli olandır. Her  halükarda sahiplik kadime, sahip olunma hali ise sonradan var olmuş olana aittir.  Bu Allah’ın Mâlikü’l-Mülk isminin mânâsıdır.
85.ZÜ’L-CELÂLİ VE’L-İKRÂM:  Allah’ın Celâl ve İkrâm vasıflarının sahibi olduğunu belirten bir isimdir. Celâl ve İkrâm, zât’ın her yönden kendisine mahsus olan azametlik sıfatının ululuk ve tazim  (yüceltme) bakımından hakkını almak için ilâhi şeref ve kibriyâ sıfatlarının zuhurundaki ilâhi yetkinliklerle tecellisidir. Azamet O’nun, tâzim ise âlemin sıfatıdır.
86.EL-MUKSİT: O, her vakitte kabiliyetlere, bu kâbiliyetlerin vaktinin gerektiği şeyle hakkını verir. O, varlıkta her hak sahibine hakkını vermiştir. Bu ismin sıfatı kısttır. Kıst,  umumi olarak kabiliyetlere kendileri hakkında geçen hüküm ve adaletle gerekenleri vermektir.
87.EL-CÂMİ:  O, çeşitli ve farklı varlık tecellilerini zât’ıyla cem edendir. Bu yüzden O ulvi, süflî, maddi, mânevî, hissedilir, akledilir, Hakk’a ait ve halk’a ait şeylerin hakikatidir. Bu ismin sıfatı cem’dir. O, gayb, şahadet, mülk, melekût, sonradan olma, kadimlik, varlık, yokluk bakımından mutlak cem edendir.
88.EL-ĞANÎ:  Varlığının yetkinliklerinden(yetki sahibi) bir şey hakkında başkasına muhtaç olmayandır. Zengin olmak, ihtiyaçsız olmak anlamındadır. Bu ismin sıfatı ğınâ’dır. Ğınâ ancak ve ancak zât’a aittir. Sıfatlara ğınâ denilmez.
89.EL-MUĞNÎ:  O, mevcudatın hakikatlerini,  kâbiliyetlerinin gerektirdiği şeyi kendilerine ulaştırarak müstağni(ihtiyaçsız) kılandır. Bu ismin sıfatı iğnâ’dır. İğnâ, ilâhi güzellikler ile her mevcutta meydana gelen cemâli tecellidir.
90.EL-MÂNİ: O,  lütuf ve ihsan olarak hakikatleri kabiliyetlerinin gerekmediği şeyden men edendir. Yasaklamak, men etmek, vermemek anlamlarındadır. Bu ismin sıfatı da men’dir.
91.ED-DÂRR:  Âlemde zararlı ve şer olarak görünen şeylerin de Hakk’a ait olduğunu  ifade eder. Bu ismin sıfatı durr’dur. Durr, mutlak manada âcizliğin ve eksikliğin ortaya çıkışı demektir.
92.EN-NÂFİ: Aydınlatmak, ışıklandırmak anlamındadır. Varlığın her bir zerresi için âşikar bir güzellikle zâhir olan bir sıfat vardır ki  O zerre, O sıfatta en mükemmel O sıfatla vasıflanandır. Bu ismin sıfatı nef’tir.Nef, yetkinliğin ortaya çıkması ve eksikliğin perdelenmesidir.
93.EN-NÛR:  O, nur ile mutlak yokluktan varlığı çıkaran, Hakk’ı halk’tan temeyyüz(farklı kılma) edendir. Âlemin zuhuru ancak en-nûr ismi ile gerçekleşir. Bu ismin sıfatı nuriyyedir. Nuriye, mutlak mevcutluktur.
94.EL-HÂDİ:  Varlıkları perçemlerinden yakalayıp mutluluklarının olduğu mahalle götüren ve onlardan her birini dosdoğru yol üzere sevk edendir. Bu ismin sıfatı hidayettir. Hidayet, âlemin kendisi için yaratıldığı yola sülük etmekle Allah’a dönüşüdür.
95.EL-BEDÎ: Kendisi izhâr(zuhûr)  etmezden önce kendisinden başka kimsenin bilmediği şeyi zuhûr ettirendir. O, âlemi  her an yeniden var etmekte ve âlemi o andan önce ve sonra üzerinde olmadığı yeni bir düzenle zuhûr ettirmektedir.Bu ismin sıfatı ibda’dır. İbda, her hususi şeyde, hususi bir tarz üzere , hususi bir tecellinin tekrar ve iade etmeksizin zuhurudur.
96.EL-BÂKİ: Varlıktaki tecellisi değişmeyendir. O, zât’ı gereği tecellisi sürekli olandır. Tecelliler ise O’nun isim ve sıfatlarına aittir. Bu ismin sıfatı bekâ’dır. Bekâ, kendisinin başlangıç ve sonu olmayan sürekliliktir. Hükmi önceliği itibariyle bu süreklilik ‘’ezel’’, sonralığı itibariyle de’’ebed’’ diye adlandırılır.
97.EL-VÂRİS:  Miras kalmak, miras olarak almak anlamlarına gelir. Gerçek varis Allah’tır. Bu ismin sıfatı Verâsettir.  Allah her şeyin, şeyliğine vâris olur.
98.ER- REŞÎD:  O, yaratılışları sırasında ruhlarda bir ilâhi tecelli ile tecelli edendir.Hak yolunda olmak, gerçek inanç sahibi olmak, rüştünü ispat etmek anlamlarına gelir. Bu ismin sıfatı reşâddır. Reşâd, Allah’ın yaratılmışlık kayıtlarından kurtarmakla kulu perçeminden tutup, ilâhi kemâl mahalline sevk etmesi ve onu Hakk’a ait mutlaklıkla tahakkuk ettirmesidir.
99.ES-SABÛR:  Sabırlı olmak, sabretmek, sükunetle karşılamak anlamlarındadır. Bu ismin sıfatı sabır’dır. Sabır, Allah’ın ya azabın ertelenmesiyle veya ihsan ve ikrâm olarak tamamen terk edilmesiyle gerçekleşen azaptaki rahmettir.
ABDÜLKERİM CÎLÎ'NİN  HAKİKAT-İ MUHAMMEDİYE KİTABI KAYNAK ALINMIŞTIR.

18 Aralık 2012 Salı



HUTBE:

HUTBE; CUMA NAMAZINDA ÖNCE, BAYRAM  NAMAZINDA İSE SONRA OKUNMAKTADIR.

İslâmiyet’in ilk yıllarında  HUTBE  Cuma ve Bayram  namazlarından sonra okunurdu.

Vakt-ı saadette, Cuma namazı kılınırken ve Hz. Peygamberimiz minberdeyken cemaat Şam’dan gelen kervanı görmek üzere camiyi terk etmiş ve HUTBE okunamamıştır. O günden sonra Hutbe, Cuma namazından önce okunmuştur.

Her maddi varlık, maneviyatı işaret etmek için vücut bulmuştur. Hutbenin Bâtın(iç) anlamı şöyledir.

NAMAZ, Cem (zıtlıkları birleştirme) ve FENA (Allah’ta Fâni, yok olma) makamıdır.

HUTBE ise, Fark, İrşad, Davet ve Bekâ demektir. Birlikten sonra çokluğa hürmet etmektir. 

İnsanın vücudu memleketinde Tevhid’e (birliğe) ulaştıktan sonra, çokluğa (kesret) dönerek herkeste ve her şeyde Hakk’ı müşahede etmesi (görmesi) ve hürmet etmesidir.

Bu fark olup İslamiyet’tir. Fark’ı (çokluğu) görüp hürmet edersek irşada(eğitime) açık oluruz. İrşadı kabul edersek, davet edilirken davet eden, âşıkken mâşuk oluruz (Hakk’ta fâni). Bu da namazda Fena makamından sonra oluşur. Namaz şehadettir. Allah’ın Zât’ı, sıfatları ve fiillerinde yok olmaktır. İşte namaz Ahâdiyet (teklik) kapısı olup, Allah ile irtibat kurulan yerdir.

Sıkıntı, zorluk ve eziyetlere tahammül etmeden, yani namaz kılıp zıtlıkları (celâl ve cemâl) birleştirip, baktığımız her yerde Hakk’ı görme seviyesine ulaşmadan Fanî (yok) olamayız.

Ancak birliğe vardıktan sonra çokluğa hürmet ederiz. Çoklukta Allah’ın her kulda ayrı ayrı, istidadına göre tecelli ettiğini; aynı bir vücut da göz ve bağırsağın veya sarayda taht ve toz bezinin de ihtiyaç olduğunu anlarız (fark ederiz).

CUMA İNSAN-I KÂMİL’DİR. ONUN GÜNÜDÜR.

Hz. Peygamber; ‘’Günlerin en hayırlısı Cuma günüdür’’ demiştir. Kıyametin Cuma günü kopacağı rivayet edilir. (İnsan-ı Kâmil’e bağlanan ve onun rengine boyananın kıyameti kopar) Çünkü kıyam ayağa kalkmaktır. Kişi kendindeki hakikatin idrakine vardığı an dirilir.

CUMA GÜNÜ ÖNCE HUTBE OKUNUR, SONRA NAMAZ KILINIR.  Çünkü İnsan-ı Kâmil’ler doğdukları andan itibaren hizmettedirler(Bekâ). (Onlar Hz. Peygamberin elçisi olup, onun bıraktığı yerden hizmete devam etmektedirler)

BAYRAM İSE HZ. PEYGAMBER’DİR.

‘’O’’ sıkıntılara göğüs germiş, Mirac’a çıkmış, Hakk’la Hakk olmuş, sonra Halk’a hizmete dönmüştür. Yani önce FENÂ’ya ermiş(namaz), sonra BEKÂ’ya geçmiştir(hutbe). Bu nedenle de bayramda önce namaz kılınıp, sonra hutbe okunmuştur.

27 Eylül 2012 Perşembe

VAHİY:

Vahiy; Cenâbı Hakk’ın bütün varlıklara yönelik kapsamlı ve genel ilâhi hitabıdır.

Vahiy; hislerle anlaşılamayan hususlardan haber vermek olup, kasıtsız ve bir zorlama olmadan insanın nefsinde ortaya çıkar.

İnsan vahyi; hislerini kullanmayı bıraktığı uyku halinde, bedenin sakin, hislerin sessiz kaldığı uyanıklık halinde ya da uykuda veya uyanık iken ses ve ilham şeklinde alır.

Cenâb-ı Hakk’ın hitap etmesi, sufilere göre ilhamdır. İlham bir şeyi veya bir mânâyı kalbe üflemektir. Bu durum, kalbe türlü şekilde, harfsiz, sessiz ve vâsıtasız olarak veya vâsıtalar ile veya rüya ile doğar.

Vahiy ve ilham arasında fark yoktur. Peygamberlere gelen habere vahiy, Ehlullâha ve Velilere gelene ilham denir. Velilerin kerameti bir nevî ferâsettir. Ferâset gaybî hükümleri görmek olup, direk müşâhededir. Müşâhede kalp gözü ile görmektir.

Tanrı bütün mevcudata; insan, hayvan, gök, yer, dağ, ağaç ve her şeye vahyini iletir. Arının bal vermesi, bebeğin doğar doğmaz annesinin memesini alması ilâhi vahyin sonucudur.

İnsanda bulunan saç, deri, et, sinir, kan, rûh, nefs ve tırnak her şey, Tanrı’nın kendisine tecelli ettiği vahiy sayesinde fıtraten (yaradılış gereği) Allah’ı bilir. Çünkü hiç bir canlı vahiyden yoksun değildir.

Allah’ın bütün yaratıklara hitabı vahiy iledir. Vahiy; işaret, kitap ve risale demektir. Her ne şekilde olursa olsun, öğrenmesi için başkasına ulaştırdığın her şey, vahiydir. Çünkü vahiy anlamanın, anlatmanın ve anlaşılanın aynısıdır.

Feyz ilahi âlemden gelir. Rûha ulaşır. Rûh o feyzi kalbe ulaştırır. Kalp duyulara ulaştırır. Duyular ise o feyze uygun işler yapar. Kalp kararırsa ilâhi feyz kapıları da kapanır.

İnsan kalp aynasına yönelip zikir ve Kur’ân okumakla onu parlattığında, bir nûr meydana gelir. Allah’ın da bütün var olanların üzerine yayılmış bir nûr’u vardır ki, bu nûr’a  ‘’varlık nûru’’ denilir. İki nûr birleştiğinde bilinmezler, bulundukları hâle göre ortaya çıkarlar. Vahiy, Allah’ın söz olarak kalplere ulaştırdığı Şey’dir.

Hz. Peygamberin vahyi ilk olarak rüyalarla başlamıştır. Rüya; Allah’ın Müslüman’lar için vahiyden geriye bıraktığı kısımdır ve peygamberliğin bir parçasıdır.

Vahiy hız ve otoritedir. Düşünce gücü, ışık hızından dahi hızlıdır ve vahiy otoriteyi gerektirir. Bir şey sana egemen olup, kör ve sağır eder ve düşüncenle tedbirin  arasına girip, hükmünü sana geçirir ise, işte  ‘’O’’ vahiydir.

Vahyin başlangıcı ilham olup, kemâli sadece Peygamberimize aittir. Peygamberimize, Cebrâil aracılığıyla  gelen vahiy özel vahiy olup, Peygamberimizin vefâtından sonra kesilmiştir.

Allah’ın kuluna feyzinden ilham ettiği şey iki kısımdır. Birincisi Hz. Peygambere Cebrâil aracılığıyla gelen vahiy olup hiç değişikliğe uğramadan nakil olur. Çünkü Peygamber ümmidir ve Allah’tan aldığı vahyi akıl ve zan süzgecinden geçirmez. Ahmet’tir, vahyin alıcısıdır.

İkincisi ise, Allah’ın bizzat vâsıtasız olarak kulların kalplerine ilham etmesidir. Bu hâl sadece evliya ve sâlih kullara özeldir. Vâsıtasız olan feyze vahy-i dil (gönül vahyi) denir. Bu konuyu Hz. Mevlâna, Mesnevi’sinde sık sık işlemiştir.

Allah'ın emri ister vâsıtalı, ister vâsıtasız olsun; kudretli emirdir ki dilerse Cebrâil aracılığıyla Meryem'e rûh gönderir ve onun vücuduna üflenen bu rûhla Meryem'den Îsâ gibi bir Nebi doğar.(Rûh olan Cebrâil, nefs olan Meryem'e tesir edince, kalbin çocuğu olan Îsâ/Rûhullah doğar)

Aynı büyük Allah, nefisleriyle maddi varlıklarını kendi yolunda yok edenlere seslenir. Bu sesleniş ister vahiy gibi rûha ilham sûretiyle, ister bir Velisi veya Nebisi vasıtasıyla olsun onlara buyurur ki;

‘’Ey  benim yolumda mecâzi varlıklarından geçip hakîkatim şehrahına (yoluna) adım atan dostlarım. Siz benim yakınlarımsınız. Bu dost sedâsını işitin. Sizler daha insan vücûdu içinde ve beşeriyet örtüsü altında iken bana bu kadar yakın oldunuz, ben sizi ebediyetle haşır neşir ettim. Mâdemki kendiliğinizden yok oldunuz, benimle bâki olup dönün ve size gelen, size yaklaşan öteki  kullarımı uyandırın. Onlara bana varmanın, bana kavuşmanın yolunu gösterin.’’

Böyle sözler çok kere Hak’kın kullarından birinin veya bir kaçının ağzından duyulursa da aslında onlara söyleten Allah’tır.


RIZA

RIZA; CENAB-I HAKK’IN İSTEYEREK SEÇTİĞİNE, KALP İLE NAZAR KILMASIDIR.

RIZA, ALLAH’IN  VE KULUN RIZASI DİYE İKİ KISIMDIR.
ALLAH’IN RIZASI KULUNA SEVAP, NİMET VE KERÂMET DİLEMESİ DEMEK İKEN, KULUN RIZASI ALLAH’IN EMİRLERİNİ HAKKIYLA YERİNE GETİRMESİ, ‘’O’’ NUN EMİRLERİNE TAM OLARAK BOYUN EĞMESİDİR.

ALLAH’IN RIZASI KULUN RIZASINDAN ÖNCE GELİR. ÇÜNKÜ ALLAH’IN LÛTFU OLMASA KUL, NE O’NUN EMİRLERİNE BOYUN EĞEBİLİR, NE DE O’NUN MURADINI YERİNE GETİREBİLİR.
KULUN RIZASI, ALLAH’IN RIZASINA;  ALLAH’IN EMİRLERİNİ YERİNE GETİRMESİDE O’NUN LÛTFUNA BAĞLIDIR.

İŞİN ÖZÜ; KULUN RIZASI, KAZANIN (iyi ve kötü olmak üzere) HER İKİ TARAFININDA ONUN KALBİNDE BİR OLMASIDIR. KULA NİMET VERİLSEDE, VERİLMESEDE  KAZAYA AYNI ŞEKİLDE BOYUN EĞMESİDİR.

KAZA VE KADERİNE RAZI OLAN KUL İÇİN HAK’TAN GELEN HER ŞEY HAYIRDIR.
RIZANIN HAKİKATİ; KULUN ALLAH’IN İLMİNE RAZI OLMASI VE ALLAH’IN ONUN HER HALİNİ GÖRÜP GÖZETLEDİĞİNE İNANMASIDIR.

RIZANIN ÜZERİNDE MAKAM YOKTUR VE RIZADA MÜCADELE BİTER. ÇÜNKÜ RIZA; KULUN MÜRŞİDİNİN YARDIMIYLA ÇIKABİLECEĞİ EN ÜST MAKAMDIR. BUNUN ÜZERİNDEKİ MAKAMLAR ALLAH’IN KULUNA LÛTFUDUR.

NEFİS MUTMAİN (Allah’tan razı) MAKAMINA ERİŞMEDEN, RIZA MAKAMINA ERİŞEMEZ. MUTMAİN MAKAMINA ERİŞMENİN YOLU DA DÜNYANIN HEVA VE HEVESLERİNDEN YÜZ ÇEVİRMEK VE BİR İNSAN-I KÂMİL’E BAĞLANMAK İLE MÜMKÜN OLUR.
RIZA KALBİN; ALLAH’IN HÜKÜMLERİ ALTINDA SÜKÛNET BULMASIDIR.
RIZANIN BAŞLANGICI KULUN ÇALIŞMASINA BAĞLIDIR. NİHAYETİ İSE HÂLLER DAHİL OLUP, ONDA KULUN GAYRETİNİN BİR ETKİSİ YOKTUR.

RIZA,İÇİNE DÜŞÜLEN MÛSİBETİ HİSSETMEMEK DEĞİLDİR; RIZA, İLÂHİ HÜKÜM VE KAZAYA İTİRAZ ETMEMEKTİR.

SABIR, KAZAYI İMTİHAN OLARAK GÖRMEKTİR.
ŞÜKÜR, BUNDAN DAHA  ÜSTÜN OLUP, BELAYI NİMET OLARAK GÖRMEKTİR.
RIZA İSE, HEPSİNDEN ÜSTÜN OLUP, TEVEKKÜLÜN (kabullenme) ZİRVESİDİR.

RIZA MARİFET MAKAMI OLUP, ONUN ÜSTÜNDE HULLET (dostluk) MAKAMINDAN BAŞKA MAKAM YOKTUR.
KALP, İLMİN HAKİKATİYLE VASITASIZ OLARAK İRTİBATA GEÇİNCE, BU İLİM ONU RIZAYA GÖTÜRÜR.
ALLAH’IN RIZASINDAN MAKSAT YAKINLIĞINI KAZANMAKTIR. RIZA TESLİMİYETİ DE BERABERİNDE GETİRİR.

GAYB ALEMİNDEN ZÛHUR EDEN ŞEYLERE RÂZI OLMAYA TESLİMİYET DENİR. YAĞMURUN YAĞMASI, RÜZGARIN TESİRİYLE MEYDANA GELEN HADİSELER, BİTKİLERİN YEŞERMESİ, ÖLMESİ, ZELZELE GİBİ FELAKETLERİN ALLAH’IN İRADESİYLE GERÇEKLEŞTİĞİNİ KABUL ETMEK  TESLİMİYETTİR.

KÂZA VE BELA, YANLIZCA ALLAH’TAN GELİR. BÜTÜN BUNLARIN ALLAH’TAN GELDİĞİNİ BİLMEK, KULDA TECELLİ EDEN İLİM VE HİKMETE BAĞLIDIR.
HİKMETTE ABES OLMAZ VE O HÜKME İTİRAZ EDİLMEZ.

ZÂLİMİN ADİL BİR KİMSEYİ YENMESİ, BİR ÜMMETİN PEYGAMBERİNE KARŞI OLAN ZITLIĞI, ÂLİM OLAN BİR KİMSENİN İTİBAR GÖRMEYİP, CÂHİL OLAN KİMSENİN İTİBAR GÖRMESİ GİBİ HADİSELER HER NE KADAR ZÂHİREN MANTIĞA ZIT GİBİ GÖRÜNÜYORSADA, BUNLAR ALLAH’IN TAKDİRİYLE  OLAN ŞEYLERDİR. BU NEVÎ AFETLER KULUN TERAKKİSİ(gelişimi) İÇİN OLUP, BUNLARI ANLAMAK VE HAL ETMEK ‘’ER’’ KİŞİ KÂRIDIR.

ALLAH HAKÎM’DİR, HÜKÜM ‘’O’’NA AİTTİR.
KULA DÜŞEN SABIR, RIZÂ VE TESLİMİYETTİR.

ALLAH HEPİMİZE NASİP ETSİN. AMİN.












9 Nisan 2012 Pazartesi


İSTÎDAT - (KABİLİYET)

CENÂB-I HAK, RUHLARI DÜNYAYA GÖNDERMEDEN EVVEL ONLARA, ‘’ben sizin Rab’biniz değilmiyim?’’ DİYE SORDUĞU ZAMAN HER BİRİ, İSTİDAT VE GÖRÜŞÜNE DAYANARAK: ‘’Beli’’ YANİ RAB’BİMİZSİN, DEDİ. AMA HAKK’IN, HANGİ İSMİNİ GÖRDÜYSE, DÜNYADA DA ONA İNANDI VE BU İNANDIĞI İSMİN PEŞİNDE YÜRÜDÜ. Bu sebeple ALLAH’ın, ‘’HADİ’’,  yol gösteren ismine ‘’beli’’ diyen, hidayet yoluna gitti. ‘’MUDİL’’ ismini gören dalâlette kaldı.
İŞTE RUHLAR YARATILDIKLARI  VAKİT, ALLAH KENDİ NURUNDAN ÜZERLERİNE SAÇTI. YANİ  İLÂHİ FEYZİNDEN ÜZERLERİNE SERPTİ. O FEYZİ KABULE İSTİDATLI OLANLAR VE KABUL EDENLER, KÂMİL İNSANIN RÛHUNA MENSUP OLANLARDIR Kİ, MÂNA SAHİBİ BUNLARDIR.
İLİM, İSTİDAT VE İRFAN, SENİN RUHUNDA MEVCUTTUR. FAKAT BURADA YONTULACAKSIN Kİ,  ‘’CEVHERİN’’ MEYDANA ÇIKSIN. Hz. MUHAMMED’E DAHİ PEYGAMBERLİK KIRK YAŞINDA GELDİ. BU DURUM PEYGAMBERİN MEVCUDUNDA VAR OLMASINA RAĞMEN, ZÛHURU ZAMANA BAĞLIYDI.   ÇÜNKÜ BİR KAYISI ÇEKİRDEĞİNİN DAHİ KAYISI OLARAK ORTAYA ÇIKMASI İÇİN ZAMANA İHTİYAÇ VARDIR.

İSTİDAT, BİZİM AYAN-I SABİTEMİZ, YANİ ÖZ’ÜMÜZDÜR. EZEL HÜKMÜDÜR.

TECELLİ DE HERKESİN İSTİDAT VE KABİLİYETİNE, YANİ KAB’INA GÖREDİR. BU KAB’LARDAN, BİR FİNCANIN, BİR BARDAĞIN ÜZERİNDEN DERYAYI GEÇİRSEN, İHTİYACI KADAR ALIR VE HÂL DİLİYLE DOLDUM DER. GERİ KALAN AKIP GİDER.
BU NEDENLE HALLAC-I MANSUR, KABI DOLUNCA ‘’enel hakk’’ DEMİŞ,
PEYGAMBERİMİZ İSE ‘’ ya Rab’bim seni hakkı ile bilemedik’’ DİYEREK KABININ GENİŞLİĞİNİ GÖSTERMİŞTİR.
DÜNYADA HER KULUN ALLAH’A VARIŞI DA İSTİDADINA GÖREDİR.
KİMİ TAAT VE İBADET İLE, KİMİ SIKINTI VE ZORLUKLARA KATLANARAK, KİMİ İSE ‘’AŞK’’ İLE YOL ALIR.
İŞTE O KABİLİYET VE İSTİDAT, O KİMSENİN SIRAT-I MÜSTAKİMİDİR.(doğru yolu)
GÜNEŞ HER TARAFA AKSEDER. GÜNEŞİN ISISIYLA MEZBELENİN DE, GÜLÜN DE KOKUSU ORTAYA ÇIKAR. GÜNEŞ AYNI GÜNEŞTİR.ANCAK O HER ŞEYİN İSTİDADINI ORTAYA ÇIKARIR.
NİSAN YAĞMURU, İSTİRİDYENİN AĞZINA DÜŞÜNCE İNCİ, YILANIN AĞZINA DÜŞÜNCE ZEHİR OLUR.
SOHBETTEN İSTİFADE DE İSTİDADA GÖREDİR.
BİR SALİK, YARADILIŞINDAN GELEN İSTİDADININ GEREKTİRDİĞİ MERTEBEYE ÇIKINCA, MİRACINI YAPMIŞ DEMEKTİR.
BİNAENALEYH HERKESE İSTİDADINA GÖRE BİR ROL VERİLMİŞ VE HERKES MEMUR OLDUĞU İŞİN YAPILMASI İÇİN VAZİFELİ KILINMIŞTIR.

İSTÎDAT, EN GİZLİ DUADIR.

DUA VE İSTEK DE ALLAH’IN KULUN GÖNLÜNE KENDİSİ İLE İLİŞKİ KURMASI İÇİN YERLEŞTİRDİĞİ ŞEYDEN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. ÖYLEYSE BURADA DUA’NIN VEYA ISRARIN İSTEĞİN OLMASINDA HİÇ BİR ROLÜ YOKTUR.

DUA ZÂT-I  İLÂHİ İLE İLİŞKİ KURMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.


KUL ALLAH’IN LUTFU OLAN İSTEMEYİ, EZELİ İSTİDADINA GÖRE YAPTIĞINDAN, BU İSTEK HAKK’TIR. YANİ ‘’şaki’’ AYAN-I SABİTESİNDEKİ ŞEKAVETİ ORTAYA ÇIKARACAK , ‘’said’’ İSE SAİD’LİĞİNİ AŞİKAR EDECEK ŞEKİLDE İSTEKTE BULUNUR.
ARİF İSE İSTEMEZ, ÇÜNKÜ O, HER AN ALLAH’I İLE VE ONUN TECELLİ ETTİĞİ GÖNLÜNDEKİ ZÛHURATLA MEŞGULDÜR. BU DA HER AN DEĞİŞTİĞİ İÇİN ‘’ o her an yeni bir oluştadır. Rahman suresi- 29’’ BU DEĞİŞİMİN İDRAK AN’INA VAKİT DENİR. ‘’mümin vaktin çocuğudur’’ SÖZÜNÜN ANLAMI DA BUDUR.
MÜMİNLERİN DUA’SI ALLAH’IN ‘’dua edin icabet edeyim Mü’min suresi- 60’’  AYETİNE UYMAK İÇİNDİR.
LEVH-İ MAHFUZ’UN İÇİNDE KİMSENİN BİLMEDİĞİ MUALLAK BİR BÖLÜM VARDIR Kİ, ALLAH BUNU ‘’bazen sevdiğimin gizli hazinemden almasına izin veririm’’ SÖZÜYLE ORTAYA ÇIKARIR.
BİR KİMSE, ALLAH’TAN HERHANGİ BİR ŞEYİ TALEP ETTİĞİ ZAMAN, TAMAMEN KENDİ İSTİDADININ HÜKMÜ ALTINDA BULUNUR. TALEBİNİN SONUCU OLARAK ELDE ETTİĞİNİDE, YİNE ONUN İSTİDADI BELİRLER. HATTA ONUN HANGİ TALEPTE BULUNACAĞINI DA İSTİDADI BELİRLEMEKTEDİR.

HAREKER TARZIMIZI İSTİDADIMIZA GÖRE SEÇME KABİLİYETİNE CÜZZİ İRADE DENİR.

KADER’DE, LEVH-İ MAHFUZUMUZDA  YAZILI HÜKMÜN, İSTİDADIMIZA GÖRE YAŞANMA ŞEKLİDİR.

HZ. MEVLANA’NIN DEDİĞİ GİBİ; HAYAT BİR SATRANÇ OYUNUDUR. KURALLARI,  OYUNCULARI VE SONUCU BELLİDİR. BU OYUNDA BİZE DÜŞEN OYUNDAN ZEVK ALARAK OYNAMAKTIR.

7 Nisan 2012 Cumartesi


CEM-ÜL CEM

BURASI HZ. MUHAMMEDİN ZÛHUR ETTİĞİ BİR MERTEBEDİR. KEMÂLAT BURADA ZÛHUR BULUR. BÜTÜNÜ AHADİYETTİR. YANİ HALK’İYET İLE HAKK’IYETİN BİRLEŞTİĞİ NOKTADIR. BU MERTEBE AYNALIK MERTEBESİDİR. RÛH İLE NEFS’İN BİRLEŞTİĞİ  İNSAN NOKTASIDIR. NEFS’İ SAFİYE MAKAMIDIR.
YANİ İNSAN-I KÂMİL MAKAMIDIR. DIŞI MUHAMMED (muhammediyet), İÇİ İSE ALLAH (ahadiyet) DİR.
BURAYA ULAŞAN ARTIK BİR NOKTA OLMUŞTUR. HER ŞER O NOKTADAN KAİNATA YAYILIR.
BU MERTEBEDE OLAN ZÂT’A AYNA OLUR. O ZAMAN RESULULLAH GİBİ HER BAKTIĞI YERDE KENDİNİ GÖRÜR. ÇÜNKÜ KENDİNDEN BAŞKASI YOKTUR.
CEM MERTEBESİNDE YENİ BİR ELBİSE VERİLMİŞ OLAN ZÂT, CEM-ÜL CEM’E GELDİĞİNDE ESKİDEN AYRI GÖRDÜĞÜ HER ŞEYİ KENDİNDE TOPLAR VE HEPSİYLE BERABER BİR VÜCUT  TEŞKİL EDER Kİ BU ALLAH’IN VÜCUDUDUR. BU MERTEBEDE OLAN DENİZ FENERİ GİBİDİR, DÖNEREK HER YERİ AYDINLATIR. BERZAH’TIR.
BUNLAR ÜST ALEMDEN AŞAĞIYA İNMİŞ OLAN AĞACIN ÇEKİRDEKLERİDİR. BUNLARIN BAZISI MEYVE VERMEK ÜZERE ORTAYA ÇIKARILIR, BAZISI İSE ‘’kubbelerimin altında benden başkasının bilmediği velilerim vardır’’ GEREĞİNCE GİZLİ KALIR. ORTAYA ÇIKANA  NEBİ, GİZLİ KALANA VELİ DENİR.
KENDİNİ BİLENE İSE İNSAN DENİR. KENDİNİ BİLEN KÂİNATI KENDİNDE TOPLAYANDIR. KÂİNATI KENDİNDE TOPLAYAN İSE KENDİSİNE VE ÇEVRESİNE ZARAR VERMEZ, KENDİSİNİ VE ÇEVRESİNİ SEVER.
Allah hepimize nasip etsin. Amin.

 

CEM


AYNANIN TEMİZLENMESİ, ÂDEM’İN O AYNADA YANSIMASI, O KİMSENİN GÜNEŞİNİN DOĞMASI.
CEM MERTEBESİ 1. SÛR’A ÜFLENEREK ÖLMÜŞ OLAN KİŞİNİN, 2. SÛR’A ÜFLENEREK DİRİLMESİDİR.
BU; İSRAFİL’İN, YANİ İNSAN-I KAMİL’İN, O KİŞİYİ NEFSİNDEN ÖLDÜRÜP, RÛH’U İLE DİRİLTMESİDİR.
BU MERTEBEYE GELENE KADAR SOYUNA SOYUNA ÇIPLAK KALMIŞ KİŞİNİN, ALLAH TARAFINDAN YENİ BİR ELBİSE İLE GİYDİRİLMESİDİR.
‘’incir’e, zeytin’e ve Tur-u Sina’ya andolsunki’’ (Tin Suresi1-2). BU AYET CEM MERTEBESİ OLARAK DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE İNCİRİN TEK OLUŞU, ANCAK İÇİNDEKİ HER ÇEKİRDEĞİN BİR İNCİR AĞACI (halk) KAPASİTESİNDE OLDUĞU HALDE, TEK İNCİRİN (hakk) GÖRÜNMESİDİR. YANİ HAKK ZÂHİR(açık), HALK  BÂTIN’DIR.(gizli)
İNCİR AÇILIP İÇİ DIŞINA ÇIKTIĞINDA, ÇEKİRDEKLER TÜM İNCİRİN ETRAFINI SARAR. O ZAMAN HALK ZÂHİR(açık), HAKK BÂTIN(gizli) OLUR. BURADA İNCİR GENE MEVCUTTUR, ANCAK İÇTE KALDIĞI  İÇİN BÂTIN’DIR.(gizli)
İNSAN ASLINDA NÛR’DAN BİR HEYKELDİR. ANCAK HEYKELİN AÇILIŞI YAPILMADIĞI İÇİN, ÜZERİNE TOZLANMASIN DİYE BİR ÖRTÜ ÖRTÜLMÜŞTÜR. BU ÖRTÜ TÜM PİSLİKLERİ TUTAR VE HEYKELİ KORUR. ÜZERİ ÖRTÜLÜ OLDUĞU SÜRECE BU HEYKELİ KİMSE GÖREMEZ.
PERDENİN KALKMASI İLE (ölmeden önce ölme), O NÛR’LU HEYKEL ORTAYA ÇIKAR. BU CEM MERTEBESİDİR.

BURADA KUL BÜTÜN SIFATLARINDAN KURTULMUŞ, ALLAH’IN AHLAKI İLE AHLAKLANMIŞTIR.

CEM ENFÜS(iç) İLE  AFAK’IN(dış) BİRLEŞME YERİDİR.
CEM SAATİN 12’Yİ GÖSTERMESİ GİBİDİR. AKREP VE YELKOVAN BİRDİR. GÖLGE YOK OLMUŞTUR. GÖLGENİN ORTADAN KALKMASI İLE ABES HİÇ BİR ŞEY KALMAZ.
BU MERTEBEDE UZUN SÜRE DURULMAZ. KALAN MECZUP’TUR.
CEM MERTEBESİNDEKİ KİŞİ YÜRÜYEN ÖLÜDÜR. ÖLÜNÜN DE DÜNYA İLE İLGİLİ MECBURİYETLERİ ORTADAN KALKAR.
DEVAMLI CEM’DE KALMAK ZINDIKLIKTIR.(şirk, Allah’a ortak koşma)
BURADAN HAZRET-ÜL CEM’E GEÇİLİR.
HAZRET-ÜL CEM İSE 2. DOĞUŞ, YANİ NEFS MERTEBESİNE GERİ DÖNÜŞTÜR. (FARK)


5 Nisan 2012 Perşembe


HZ.ŞİT

HZ. ADEM İLE HAVVA’NIN  OĞLU OLUP,  HABİL’İN  KÂBİL  TARAFINDAN ÖLDÜRÜLMESİNDEN SONRA DOĞMUŞTUR.

ŞİT’İN  KELİME  KARŞILIĞI HİBE VE BAĞIŞ’TIR.  OĞLU HABİL’İN KÂBİL TARAFINDAN ÖLDÜRÜLMESİNE ÇOK ÜZÜLEN  Hz. ÂDEM VE HAVVA’YA,  Hz. ŞİT  ALLAH TARAFINDAN    BAĞIŞ VE  HİBE  OLARAK VERİLMİŞTİR.
HZ. ÂDEM’İN KÂBE’Yİ  İNŞASINDAN  SONRA  YIKILMASI İLE  İLK  HARCI  BULAN  VE  TEMEL  KAZAN PEYGAMBERDİR. BABASI ÂDEM’İN KULLANDIĞI  BÜTÜN  TAŞLARI  KULLANARAK(cudi dağından, Aras vadisindeki irem bahçesinden, Suriye dağlarından) ÖLÇÜLERİNİ DEĞİŞTİRMEDEN KABE’Yİ YENİDEN İNŞA ETMİŞTİR.
İLK YARATILAN VE ALLAH’IN SONSUZ BİRLİĞİNİN GÖRÜNÜMÜ  HZ. ÂDEM’DİR.
FAKAT AŞK İÇİN İKİLİK GEREKİR. ZİRA BİR AŞIK VE BİR MAŞUK’A İHTİYAÇ VARDIR.
İŞTE BİRLİĞİN (MAŞUK), KENDİNİ GÖSTERMEK İÇİN ÇOKLUK (AŞIK) OLARAK GÖRÜNÜMÜ HZ. ŞİT’TE ORTAYA ÇIKMIŞTIR.
ALLAH HZ. ÂDEM İLE HİKMET’İ,  HZ. ŞİT İLE NEFS’İ AŞİKAR ETTİ. ÇÜNKÜ NEFS ALLAH’IN ,İNSAN İÇİN LÜTFETTİĞİ İLÂHİ BİR HEDİYEDİR. İNSAN NEFS İLE YOL ALIR, ÇÜNKÜ NEFSİNİ BİLEN RAB’BİNİ BİLİR. HER ŞEY ZIDDI İLE BİLİNEBİLECEĞİ İÇİN, MUTLAK VARLIK OLAN ALLAH’TA, MUTLAK YOK OLAN NEFS İLE İDRAK EDİLEBİLİR.
HZ. PEYGAMBER, ‘’RAHMANIN NEFESİNİN, YEMEN TARAFINDAN GELDİĞİNİ HİSSEDİYORUM’’ DEMESİ, YEMEN YÖNÜNÜN, NEFSİN YÖNÜ OLMASI NEDENİYLEDİR. ÇÜNKÜ RAHMANİ NEFES, NEFS’İ DİRİLTİR.
NEFİS, KUR’AN’I  KERİM’DE  300 KEZ GEÇMEKTEDİR.
NEFİS,  NEFES’TİR VE NEFSİN HER BİR ANI  NEFES DİYE ADLANDIRILIR. O HALDE HER AN, HER NEFES, NEFSİN TEKAMÜLÜ İÇİN BİR FIRSAT OLUP, ALLAH’A ULAŞMANIN  YEGANE LÛTFUDUR.
TEKAMÜL TAMAMLANINCA, YANİ  İNSAN KENDİNDEKİ ALLAH’A AİT SIR’RI İDRAK EDERSE, KORUK OLAN NEFS, ÜZÜM OLUR VE ONDAN YARARLANILIR.
HZ. ŞİT’İN ZÛHURU, AHADİYET’İN (TEKLİK), VAHDANİYET’E (BİRLİĞE) DÖNÜŞÜ GİBİDİR.
ÂDEM’DEKİ KEMÂL NOKTASINDAKİ BİRLİK, HABİL VE KABİL’DE CELÂL VE CEMÂL’E AYRILDIKTAN SONRA, HZ. ŞİT’TE TEKRAR KEMÂL’E ERMİŞ,  ALLAH’IN LÛTFU OLAN BU 2. TECELLİ (vahdaniyet) ÜFLEME YA DA NEFES KELİMESİ İLE AÇIKLANMIŞTIR.
NEFES; ALLAH’IN KÖTÜLÜKLERİ SÖNDÜRMEK İÇİN KALP ATEŞİNE MUSALLAT ETTİĞİ  NÛR’DUR.
VAHDANİYET; ULUHİYYET MERTEBESİ, NEFES-İ RAHMANİ, ÂMA MERTEBESİ, EZELİ İLİM MERTEBESİ, İNSANIN HAKİKATİ, 2. MERTEBE YANİ 2. TAAYYÜNDÜR(belirme).
ÂMA; ALLAH’IN TENEZZÜL ETTİĞİ, NÛR’UNU YAYDIĞI İLK YER,İLK MADDE TOZU. HİÇLİK, KÖRLÜK, YOKLUK, TOZ BULUTU.
ÂMA MERTEBESİ DENMESİNİN NEDENİ DE BİRLİK İLE ÇOKLUK ARASINDA  BERZAH(ara alem) OLMASIDIR.(İNSAN-I KAMİL)
ÂMA’NIN KAYNAĞI DA RAHMAN-İ NEFES’TİR.
İBN  ARABİ HAZRETLERİNİN , FUSÛSU-L  HİKEM  ADLI KİTABINDA BELİRTTİĞİNE GÖRE,
***BU İNSAN TÜRÜNDE DOĞACAK SON KİŞİ, ‘’KADEMİ’’ ŞİT ÜZERİNDE BULUNUR VE ONUN SIRLARININ TAŞIYICISIDIR. ONDAN SONRA BU TÜRDEN DOĞACAK KİŞİ YOKTUR. O HATEM-İ EVLAD’DIR. ONUNLA BERABER KIZ KARDEŞİ DOĞAR. ONDAN EVVEL ÇIKAR VE KENDİSİ, BAŞI ONUN İKİ AYAĞININ YANINDA OLDUĞU HALDE, KIZ KARDEŞİNDENSONRA ÇIKAR. BU ÇOCUĞUN DOĞUMU, ÇİN’DE OLUR. DİLİ DE ŞEHRİNİN DİLİDİR. ERKEK VE KADINLARDA KISIRLIK SARİ OLUR. BİNAENALEYH, ONLARDA DOĞUM OLMAYAN NİKAH ARTAR. ÇOCUK, ONLARI ALLAH’A DAVET EDER, KENDİSİNE İCABET EDİLMEZ.***
AHADİYETLE BAŞLAYAN YARADILIŞ(teklik), VAHDANİYETİ(birlik) TEMSİL EDEN ŞİT MAKAMIYLA BİTER. BAŞI ŞİT, SONU ŞİT OLAN BU TECELLİDE MANA, SURET, SIFAT VE HÜKÜM AÇISINDAN TAMAMLANMIŞ DEMEKTİR. BU DA HATEM(son)  HALİDİR.
SON DOĞACAK ÇOCUĞUN ÇİN’DE DOĞMASI, VÜCUT İÇERİSİNDE EN DOĞUDA OLAN RÛH’UN TECELLİSİ DEMEKTİR. VÜCUTTA RÛH HAKİM OLUNCA İNSAN KEMÂL NOKTASINA ULAŞIR. BU HALİN ZUHURU, ANCAK O KİŞİNİN İSMİNİN HAKİKATİNE ULAŞMASI, YANİ SIRRININ AŞİKAR OLMASI ANLAMINDADIR.
LİSANIN DOĞU LİSANI OLMASI, AKLIN KÜLLİ DERECEDE KONUŞARAK HİKMET SÖYLEDİĞİNDENDİR.
KIZ KARDEŞİ İLE BİRLİKTE DOĞMASI, BU ZÛHURATIN, NEFSİ İÇİNDE OLDUĞUNUN  DELİLİDİR. BAŞININ AYAKLARINDA OLMASI, HATEM SEVİYESİNDE BİLE ZAMAN ZAMAN NEFSİN TABİATININ, VÜCUDUNDA HAKİMİYETİNİ GÖSTERİR.
ERKEK VE KADINLARIN KISIRLAŞMASI, HATEM OLUŞUN VE BU MANANIN TEKRAR  ZÛHUR ETMEYECEĞİNE İŞARET EDER. ÇOCUĞA BİAT ETMEYENLER HAYVANİ GÜÇLERDİR.
VÜCUTTA KEMAL ZÛHUR  ETTİĞİNDE, YANİ VAHDANİYET İDRAK EDİLDİĞİNDE, O VÜCUT ARİF OLUP, VÜCUDUN İÇİNDEKİ NEFSİN  EMMARE GÜÇLERİ ETKİSİZ KALIR.
KUR’AN’DAKİ KIYAMET AÇISINDAN BAKILINCA VELAYETİN SONA ERİŞİNİN, BU KIYAMET  OLDUĞUNU, KÂMİLE İTİBARIN AZALIŞI VE AHLAKSIZLIĞIN ARTIŞI OLDUĞUNU GÖRÜRÜZ. BÖYLECE  VELED-İ KALPLER  DOĞMAZ, NEFSİN  ARZU VE İSTEKLERİ ARTAR, KÂMİLİN SOYU TÜKENDİĞİ İÇİN DÜNYA YOK OLUR.
YE’CÜC VE ME’CÜC’ÜN HURUCU(çıkması), EZİYET VEREN 7 KÖTÜ SIFATIN BELİRMESİDİR. DECCAL’İN HURUCU, DEV VE ŞEYTAN SIFATLARININ ÇIKMASIDIR.  DABBETÛL- ARZ’IN(yer hayvanı) ÇIKMASI, KALPTE  NEFS-İ LEVVAME’NİN 
ZUHURUNDAN İBARETTİR. YANİ KALBİN KABRİNDE, CENNETLERE BİR PENCERE AÇILIR VE KENDİSİDE ALLAH’A BİR MEYİL BELİRİR.
İSA’NIN İNMESİ AKL-I MAAD(ahiret aklı)IN YÂKIN NÛR’UYLA ORTAYA ÇIKMASIDIR. O ÇIKINCA DECCAL ÖLDÜRÜLÜR. ÇÜNKÜ KARANLIK OLAN CEHALET KALKAR. MEHDİ’NİN ORTAYA ÇIKMASI İLE MEZHEPLER KALKAR(birleşir). YERYÜZÜNDE KAFİR KALMAZ.
AHADİYETTEN SONRA İLK ZÛHUR  HZ. ŞİT’İN TEMSİL ETTİĞİ VAHDANİYET(BİRLİK) İLE  BAŞLAR VE ŞİT’İN MAKAMINI TEMSİL EDEN    SON İNSAN-I KAMİL İLE SON BULUR. 
ÇÜNKÜ SON BAŞA DÖNMEKTİR.






HZ. ÂDEM  VE HAVVA

ALLAH VARDI VE BAŞKA HİÇBİR ŞEY YOKTU. (AHADİYET)
ALLAH BİLİNMEK VE KENDİ GÜZELLİĞİNİ GÖRMEK İSTEDİ.
ALLAH KENDİNİ GÖREBİLMEK İÇİN ÂDEM’İ, ONUN KENDİNİ GÖREBİLMESİ İÇİN DE HAVVA’YI YARATTI.
ÂDEM AKL-I KÜLL (İLK AKIL) dür. AKL-I KÜLL POZİTİF OLDUĞU İÇİN HER POZİTİFİN İÇİNDE GİZLİ BİR NEGATİFLİK BULUNDUĞUNDAN, NEGATİF OLAN NEFS-İ KÜLL (yani HAVVA) , ÂDEM’İN İÇİNDE GİZLİDİR.
YANİ ZÂT’TA SIFAT GİZLİDİR. SIFAT’IN (HAVVA), ZÂT’IN(ÂDEM) İÇİNDEN ÇIKMASI  HAVVA’YI MEYDANA GETİRMİŞTİR.
YANİ AKL-I KÜLL’ÜN PASİF YANSIMASIYLA, NEFS-İ KÜLL (HAVVA)  MEYDANA GELMİŞTİR.
KAİNAT VE DÜNYA’DA POZİTİF VE NEGATİF DEVRENİN TAMAMLANMASIYLA DÖNER.
NESLİN DEVAMI İÇİNDE ERKEK(pozitif) VE DİŞİYE (negatif) İHTİYAÇ VARDIR.
ELEKTRİĞİN ORTAYA ÇIKMASI  DA POZİTİF (+) VE NEGATİF (-) DEVRELERİN VARLIĞINA İHTİYAÇ DUYAR.
BURADA ÂDEM MANA (zat), HAVVA İSE MADDEDİR (sıfat).
ÂDEM’İN CENNETTEN ATILMASININ SEBEBİ DE GÖZÜNÜ ZÂT’TAN AYIRIP SIFATA (havva’ya) ÇEVİRMESİDİR. SIFAT ZÂT’TAN (LÂTİF)  AYRILMIŞTIR VE ONUN DONMUŞ (KESİF) ŞEKLİDİR. ÇÜNKÜ HAVVA’YI ÂDEM DOĞURMUŞTUR VEYA HAVVA ÂDEM’İN İÇİNDEN ÇIKMIŞTIR (eğe kemiğinden).
ÂDEM’İN HAVVA’YA AŞIK OLMASI İLE GÖZÜ ZÂT’TAN AYRILMIŞTIR.
ÂDEM YASAK OLAN AĞACA YAKLAŞINCA BEŞERİYETLERİ ORTAYA ÇIKMIŞ VE ONLAR DA EDEP YERLERİNİ (beşeriyetlerini) İNCİR YAPRAĞI İLE ÖRTMÜŞLERDİR. ÇÜNKÜ CENNET’TE BEDEN YOKTUR. ÂDEM HAVVA’YA BAKARKEN SIFAT’TA ZÂT’I GÖREMEMİŞTİR. BU, ÇİÇEĞE BAKAN KİŞİNİN O  ÇİÇEKTE ALLAH’I GÖREMEMESİ GİBİDİR. BUNU GÖRMEYEN KİŞİ ZÂT’TAN UZAK DÜŞMÜŞ DEMEKTİR. ÇÜNKÜ SIFAT ZÂT’TAN AYRILAMAZ. ZÂT İSE CENNET’TİR. ZÂT’TAN UZAKLAŞMAK İSE  CENNET’TEN KOVULMAKTIR. KESRET’TE(çoklukta) VAHDET’İ(birliği), VAHDET’TE KESRET’İ GÖREMEMEKTİR.
ÂDEM’İN VÜCUDU KÂİNAT,
KÂİNAT’IN ÖZÜ AKL-I KÜLL(ilk akıl),
AKL-I KÜLL’ÜN YANSIMASI İSE NEFS-İ KÜLL’DÜR.
NEFS-İ KÜLL (SIFAT, KADIN, NEFS), AKL-I KÜLL’ÜN (ZÂT, ERKEK, İLK AKIL) İÇİNDE GİZLİDİR.
 İNSAN DEDİĞİNDE BU İKİSİ DE BİRLİKTEDİR.

4 Nisan 2012 Çarşamba


HAKİKAT-İ  MUHAMMEDİ   / İNSAN-I KAMİL /  AKL-I  KÜLL  (İLK AKIL)


Muhammed-i Hakikat ilk ilkedir ve alemin hamurudur. Alemde ŞEY’lik vasfına haiz olan bütün varlıklar bu hakikatten ve bu hakikatin bir yönünden meydana gelmiştir. Varlığın zuhur etmesindeki hikmet, HAKK’ın bilinmeyi istemesidir. Bundan dolayı Âlem var edilmiştir. Eğer Allah ile Âlem arasında bir nisbet bulunmasaydı (Muhammedi Hakikat), o zaman Âlem’in Allâh’ı bilmesine imkân olmayacaktı. Bu nedenle Allâh ZAT nurundan Muhammedi Hakikat’ı var etmiş ve onu Âlem ile kendisi arasında bir nisbet kılmıştır. Âlem böylece HAKK’ı bilir.
Âlem ayna, Âdem ise aynanın SIR’rıdır.(ÖZÜ)
Âlem’in yaratılmasındaki gâye Allâh’ın  Hakikatinin yani NÛR’unun zuhura çıkmasıdır. NÛR  lâtif’tir ve tecellisi için bir bedene ihtiyaç vardır. BESMELE’nin  (B) si vücuttur (Âdem, Hz. Ali, İnsan-ı Kâmil), altındaki nokta ise Allâh’ın Hakikati’dir. Yani ÂDEM, ALLAH’ın  NOKTA’sıdır. Onun Hakikat’i bir noktada gizlidir. ÂDEM HER DEVRİN ÂDEM’İDİR. HER DEVİRDE GELEN BİR ALLAH SEVGİLİSİ ÂDEM’İN HAKİKATİNİ TAŞIR.
Âdem’in yaratılmasından itibaren bu mâna bütün Peygamber’lerde tecelli etmiş, ancak en son HZ. MUHAMMED’de en KÂMİL haliyle son bulmuştur(Hatem-ül  Enbiya). Bu ayın hilâlden(Hz. Âdem), Bedir(HZ. Muhammed) haline gelişi gibidir.
Hakikat-ı Muhammedi’ye, Hz. Muhammed’in zamana ve mekana bağlı olmayan HAKİKATİ’dir. Allah’ın ilk var ettiği ŞEY’dir. Yanlızca Allah’ın var olup, onunla birlikte  başkasının var olmadığı bir mertebeden sonra ZÂT’tan ilk defa Muhammedi Hakikat zuhur etmiştir. Bu nedenle varlığın ZÛHUR silsilesinin ilk halkasıdır. Bu mertebe HAKİKAT-ÜL  HAKAYIK diye adlandırılır ve ALLAH isminin mazharıdır.
HER ŞEY NÛR-İ  MUHAMMEDİ’DEN, NÛR-İ MUHAMMEDİ İÇİN VAR EDİLMİŞTİR.(kendinden, kendine)
TECELLİ GAYB (gizli) MERTEBESİNDE OLANIN, ZÛHUR (açık)MERTEBESİNE çıkmasıdır.
BİR TEK HAKİKAT VARDIR VE BU HAKİKAT TECELLİ ETMEKTEDİR.
VAHDET-İ VÛCUT (tek varlık) anlayışına göre yaratan ve yaratılan yani ikilik kabul görmediği, TEK bir varlık anlayışı benimsendiği için tecelli kavramı kullanılmaktadır. Âlem tecelliler mertebesidir. HAK MUTLAK VARLIKTIR. Âlem’deki çokluk (kesret) HAKK’tan çıkan bu varlık tecellilerinin, HAKK’ın isim ve sıfatlarının gölgesi olan AYAN-I SABİTE (varlıkların yaratılmadan önce Allah tarafından tesbit edilmiş  suretleri) halindeki ortaya çıkan görünümünden kaynaklanır.
İlk tecelli (Feyz-i Akdes), HAKK’ın kendi ZÂT’ında, ZÂT’ı için, ZÂT’ıyla tecelli etmesidir. Bu tecelli insan bilgisinin konusu değildir. Çünkü bu tecelli ZÂT’a ait bir tecellidir. İkinci tecelli ise(Feyz-i Mukaddes) isim ve sıfatların tecellisi şeklindedir.
YARATMA YOKTAN VAR ETME DEĞİLDİR. GİZLİ, YANİ BATÎN OLAN BİR ŞEYİN ORTAYA ÇIKMASIDIR.
TECELLİ’NİN TEKRARI YOKTUR. (O her an bir şe’ndedir.Rahman suresi-29)
HER TECELLİ BİR ÖNCEKİ TECELLİYİ KAPSAR VE GENİŞLEYEREK DEVAM EDER. BUNA BAĞLI OLARAK ÂLEM’DE SÜREKLİ GENİŞLER VE MÜKEMMELLEŞİR.
TECELLİ, Allâh’ın insanın içinde hissedilir hale gelmesidir. Allah hakkında bilgi ancak bu şekilde yani MÜŞAHADE tecellisi ile elde edilir. Tecelli de istidada  göredir. Tecellinin üç temel işlevi vardır.
-HAKK’ın ZÂT’ından gizli halde bulunan isim ve sıfatların yani ÂLEM’in açığa çıkmasıdır.
-İsim ve sıfatlar vasıtasıyla, ilâhi ZÂT hakkında bilgi sahibi olmaktır. Çünkü ZÂT bilinmeyi istediği için tecelli etmektedir.
-ÂLEM’in varlığının devamını sağlamaktır.
HAKK’IN TECELLİSİ ÂLEM’İN VARLIĞININ KIYAMIDIR(ayakta durması). HAKK’ın tecellisi hangi ÂLEM’de ve hangi varlıkta olursa olsun  EL-ZÂHİR (görünen) isminden kaynaklanır. EL-BÂTIN isminden ne bu, ne öteki dünyada tecelli gerçekleşmez.
HZ. MUHAMMED’in vefatı ile ALLAH’a ait olan MUHAMMEDİ HAKİKAT    kaybolmamış ve her yüz yılda bir PEYGAMBERİN EN TEMİZ AYNASI VE AYNISI OLAN İNSAN-I KÂMİL’de  ortaya çıkmıştır.
ÂDEM HER DEVRİN ÂDEM’İDİR. HER DEVİRDE GELEN ALLAH SEVGİLİSİ ÂDEM’İN HAKİKATİNİ TAŞIR.
İNSAN-I KÂMİL, Muhammedi Hakikati taşımakla beraber bunun günümüzde nasıl yaşanacağını göstermesi, yani REHBER olması bakımından büyük önem taşır. ALLAH’A ULAŞMANIN TEK YOLU KÂMİL OLMAK VEYA KÂMİL OLANIN ETEĞİNE TUTUNMAKTIR. ÇÜNKÜ ONLAR BERZAH’TIR  VE HAKK İLE HALK ARASINDA KÖPRÜDÜR.
İNSAN-I KÂMİL VE KUR’AN İKİZDİR. İnsan Kuran-ı Kerim’i gerçek manası ile ancak İnsan-ı Kâmil’in aynasından okur. Çünkü onlar yaşayan Ku’ran’dır. İNSAN-I KÂMİL OLMADAN ALLAH’I TANIMAK VE ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR. Çünkü O olmazsa (isim ve sıfatlar) Allah’ın sadece ZÂT’ı kalır. ZÂT’ını ise anlamak ve götmek mümkün değildir. ALLAH’IN ZÂT’I İLÂHİSİ ASLA TECELLİ ETMEZ. ALLAH İNSAN-I KÂMİLDE İSİM VE SIFATLARI İLE TECELLİ EDER.  
KÂMİL İNSAN ÂLEM’E NİSBETLE RAB’DIR. O Halk’ın isteğini bâtınî yönüyle Allah’tan alıp, cismani yönüyle onlara ulaştırır. İnsan bu iki yönü kendisinde topladığından HİLAFET (halifelik) kendisine lâyık görülmüştür.
İNSAN-I KÂMİL ALLAH’IN İSİM VE SIFATLARININ KORUYUCUSU VE HAZİNENİN MÜHRÜDÜR. Mührün açılması ile her şey aslına döner. O  Âlemden göz açıp kapayıncaya kadar gizlenecek olsa veya bir an kendini seyretmekten vaz geçse ÂLEM yok olur. ALEM’İN VARLIĞI ONUN NAZAR ETMESİYLEDİR.
İNSAN İÇİN GÖRÜLMESİ EN ZOR ŞEY KENDİSİDİR. İNSAN KENDİNİ ANCAK BİR AYNADA GÖRÜR. AYNA İSE İNSAN-I  KÂMİL’DİR.
MANA AYNASININ SAFLIĞI, MANEVİ HAZLARDAN VE DÜNYA PASLARINDAN ARINMA SAYESİNDE OLUR. SEN DE BU HALE GELDİĞİN ZAMAN O BÜYÜK SEVGİLİ KENDİNİ BU SAF AYNADA SEYREDER. O ZAMAN SEVEN DE SEVİLEN DE SEN OLURSUN.
Allah kendisinden başkasına muhabbet ve ibadet edilmemesi için kendini bütün eşyanın hakikati kıldı. Kişi neyi severse sevsin, bilsin veya bilmesin onu sever , ona ibadet eder.
KÂMİL BÜTÜN İNANÇLARI CEM EDER( toplar). HAKİKAT BİLGİSİNE SAHİP OLDUĞU İÇİN, HİÇ KİMSENİN RAB’Bİ HAKKINDAKİ İNANCINI RED VEYA İNKAR ETMEZ. O KİŞİNİN ÖZÜNE VE HAKİKATİNE BAKAR.
HZ. ALİ MÜRŞİD MAKAMIDIR VE İÇİMİZDEKİ PUTLARI DA MÜRŞİD KIRAR. TIPKI HZ. MUHAMMEDİN SIRTINDA KABE’NİN PUTLARINI KIRMASI GİBİ.
HER VARLIĞIN YARATILIŞ SEBEBİ, ALLAH’TAN İNSAN-I KÂMİL’E,  KÂMİL’DEN EŞYAYA SİRAYET EDEN   RAHMET’TİR.
VELHASIL , DENİZLER MÜREKKEP, AĞAÇLAR KALEM OLSA, BİR O KADAR DAHA İLAVE OLSA İNSAN-I KÂMİL’İ ANLATMAK MÜMKÜN OLMAZ.  
ALLAH BİZLERİ O’NUN MANASINDAN AYIRMASIN.   AMİN.