16 Kasım 2011 Çarşamba

KENAN – ER RIFÂİ


KENAN – ER RIFÂİ HAZRETLERİ DEVRİNDE 4 TARİKİN ŞEYHLİĞİNİ YAPMIŞTIR.
MEVLEVİLİK İCAZETİ KENDİSİNE, YAZDIĞI MESNEVİ ŞERHİNE HAYRAN KALAN ÇELEBİ AİLESİ TARAFINDAN,
RIFÂİ’LİK İCAZETİ, MEDİNE’DEN HAMZA RIFÂİ HAZRETLERİ TARAFINDAN,
KADÎRİLİK İCAZETİ, MÜRŞİDİ HZ. ETHEM TARAFINDAN VERİLMİŞTİR.
ŞAZELİLİK İCAZETİNİ İSE  ŞAZELİ ŞEYHİNDEN ALMIŞTIR. RÜYASINDA HZ. ŞAZELİYİ GÖREN DEVRİN ŞEYH’İ, ŞAZELİ HAZRETLERİNİN EMRİ ÜZERİNE BU İCAZETİ KENAN-ER RIFÂİ HAZRETLERİNE  VERMİŞTİR.
MEVLEVİLİK AŞK, RIFÂİLİK TEVAZU, KADİRİLİK İLİM, ŞAZELİLİK İSE HEYBET TEMELLERİ ÜZERİNEDİR.

ES – SEYYİD EBU’L HASAN – ŞÂZELİ



XII. yy. da Kuzey Afrika’da yetişen büyük velilerden olup, ŞAZELİYE adı verilen tasavvuf yolunun kurucusudur. Hz. Peygamberimizin torunu Hz. Hasan’ın soyundan olup Şerif’tir.
1196  senesinde Tunus’un Şazile kasabasında doğmuştur. Uzun yıllar kimya, tefsir, hadis, fıkıh, usul ve fen gibi ilimlerle uğraşarak yüksek Alim olmuştur. 26 yaşındayken büyük velilerden olan ve dağ başlarındaki mağaralarda mütevazi bir hayat yaşayan,  Şerif Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i  Meşiş-i Hasani (İbn-i Beşiş) hazretlerine bağlanmış ve ondan feyz almıştır.
Şâzeliye özellikle MARİFET ve ŞÜKRE vurgu yapan bir tarikattır. Amacı Allah’ı (Marifetullah) ve kendini tanımaktır (Marifetun Nefs). Kuzey Afrika,  en yaygın olduğu bölgedir.
Hz. Şâzeli Alem-i Manada Resulullah efendimizi görmüş ve kendisine ‘’Yâ Ali, elbiseni temiz tut’’ denmiştir. Hz. Şâzeli’nin ‘’Yâ Resulullah, benim elbisem hangisidir’’ demesi üzerine, Hz. Resulullah ‘’Allah sana 5 elbise giydirdi. Bunlar Muhabbet, Tevhid, Marifet, İmân ve İslâm demiştir.
1258 senesinde hac yolculuğu sırasında Hamisre’de vefat etmiştir. Kabri Mısır’ın Hamisre mevkiindeki Ayzâb sahrasındadır. Yerine Hâlefi olarak Ebu’l – Abbas El – Mürsi’yi bırakmıştır.  

18 Ekim 2011 Salı

AŞK'IN 40 KURALI:

Bir taş nehre düşmeye görsün, pek anlaşılmaz etkisi. Hafiften aralanır, dalgalanır suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir ‘’tıp’’ sesi çıkar; duyulmaz bile akıntının ortasında, kaybolur uğultuda. Hepsi topu, topu  budur olduğu, olacağı.
Ama bir de göle düşsün aynı taş….. etkisi çok daha kalıcı ve sarsıcı olur. O taş var ya, o taş, durgun suları savurur. Taşın değdiği yerde evvela bir halka peyda olur; halka tomurcuklanır, ol tomurcuk çiçeklenir, açar da açar, katmerlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar, ufacık bir taş ne işler açar başa. Tüm yüzeye yayılır aksi, bir bakmışsın ki her yeri kaplamış. Çemberler çemberleri doğurur, ta ki en son çember de kıyıya vurup yok oluncaya dek.
Nehir alışkındır karmaşaya, deli dolu akışa. Zaten çağlamak için bahane arar ya, hızlı akar, çabuk taşar. Atılan taşı içine alır; benimser, sindirir ve sonra da unutur kolaylıkla. Karışıklık  onun doğasında var ne de olsa. Ha bir eksik, ha bir fazla.
Gel gelelim göl hazır değildir böyle aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile yeter onu altüst etmeye, ta dibinden sarsmaya. Göl, ‘’O’’  taş sayesinde artık asla eskisi gibi olmaz, olamaz.
Gölü sarsan taş,  insanı sarsan ise aşktır. O zaman  bakalım aşkın kuralları nelermiş?
-1- Yaratanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sen de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
-2- Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omuzunun üstündeki başın değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil.
-3- Kur’ân dört seviyede okunabilir. İlk seviye zâhiri mânâdır. Sonraki bâtınî mânâ, üçüncü bâtınîn bâtınîsidir. Dördüncü o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
-4- Kâinattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin. Çünkü o Câmi’de, Mescid’de, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim onu bulursa sonsuza dek onda kalır.
-5- Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘’Aman sakın kendini ‘’diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği ‘’bırak kendini ko gitsin.’’
-6- Şu dünyadaki çatışma önyargı ve husûmetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil  zaten hükümsüz olur. Âşık dilsiz olur.
-7- Şu hayatta tek başına inzivâda kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakîkati keşfedemezsin. Kendini ancak başka bir insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
-8- Başına ne gelirse gelsin,  karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda o sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sûfî, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
-9- Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah âşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki Ay’ın hilâlden dolunaya varması için zaman gerekir.
-10- Ne yöne gidersen git; doğu, batı, kuzey ya da güney çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün. Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
-11- Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz. Ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir ‘’sen’’ zuhûr edebilmesi  için  zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
-12- Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan kişi, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
-13- Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla hacı, hoca, şeyh ve şıh var. Hakîki mürşid seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup  da ona hayran olmaya değil.
-14- Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle birlikte aksın. ‘’Düzen bozulur, hayatımın altı üstüne gelir’’ diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?
-15- Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşgûldür. Tek tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hâdise, atlattığımız her bâdire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab, noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır, çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
-16- Kusursuzdu ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla,  sevabıyla fâni insanları sevmektir. Unutma ki kişi her şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakîkaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne lâyıkıyla bilebilir, ne lâyıkıyla sevebilirsin.
-17- Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkanmakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
-18- Tüm Kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayırmayı bekleyen korkunç bir mahlûk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı içinde ara, dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkasıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükâfat olarak Yaradan’ı tanır.
-19- Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan,  önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
-20- Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhûde bir çabadan ibârettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zâten kendiliğinden gelir.
-21- Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını  isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkasına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
-22- Hakîki Allah âşığı bir meyhaneye girdi mi, orası ona namazgâh olur. Ama bekri aynı namazhâneye girdi mi, orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, sûret ile yaftalar değil.
-23- Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emânet bir oyuncaktan ibâret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz, şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sûfî ne ifrattadır ne tefritte. Sûfi daima orta yerde.
-24- Mâdem ki insan eşref-i mahlûkattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halîfesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukla hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halîfe gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
-25- Cenneti ve cehennemi illâ ki gelecekte arama. İkisi  de şu anda burada mevcût. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak cennetteyiz aslında. Ne vakit, birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
-26- Kâinat tek vücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
-27- Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün, kırk gece, sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişse, dünya değişir.
-28- Geçmiş, zihnimizi kaplayan bir sis bulutundan ibâret. Gelecek ise, başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sûfî daima şu An’ın hakîkatini yaşar.
-29- Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten ‘’ne yapalım, kaderimiz böyle’’ deyip, boyun bükmek cehâlet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayırımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
-30- Hakîki sûfî öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sûfî kusur görmez, kusur örter.

-31- Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu ya da bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp…… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren bâdireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
-32- Aranızdaki tüm perdeleri tek, tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun, ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun, ama inancınla büyüklük taslama.
-33- Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
-34- Hakk’a teslimiyet ne zayıflık, ne de edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan, çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir belde de yaşar.
-35- Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrı’ya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kâmil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
-36- Hilekârdan endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı’da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan.
-37- Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir âşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
-38- ‘’Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım’’ diye sormak için hiç bir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an, her nefeste yenilenmeli, yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
-39- Noktalar sürekli değişse de, bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız doğar, ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem, bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerinde kalır merkezinde…… Hem de, bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
-40- Aşksız geçen bir ömür beyhûde yaşanmıştır. Acaba ilâhi aşk peşinde mi koşmalıyım, mecâzi mi, yoksa dünyevi, semâvi ya da cismâni mi, diye sorma. Ayrımlar, ayrımları doğurur. Aşkın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır,  merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde……

Elif Şafak/Aşk kitabından

13 Ekim 2011 Perşembe

İSLÂMİYET'TE BEŞ RAKKAMI:

Asl-ı evvel, üzerine İslâmiyyet binâ olunan beş şeydir.

İslâm’ın şartları beştir. Namaz kılmak, Oruç tutmak, Hacca gitmek, Zekât vermek, Kelimeyi Şehadet getirmek.

Namazın vakitleri beştir. Sabah, Öğlen, Akşam, İkindi ve Yatsı Namazı

Yaradılış âlemleri beştir. Ahâdiyet, Ceberût, Melekût, Mülk ve İnsan-ı Kâmil.

Allah’ın Resûllerinin yakınları beş kişidir. Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muhammed.

Ehl-i Beyt beş kişidir. Hz. Mûhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin.

Duyu organlarımız da beştir. Semi (Duyma), Basar(Görme), Dokunma, Koklama, Tatma.

Sağ ve sol elin parmakları da beştir.

 Âdem yaratılıp Nûr-ı Muhammedî alnında parladığında, melekler Allah’ın emri ile secde edip Nûr-ı Muhammedîyi selamladılar. Hâlbuki Âdem(a.s.) kendi alnındaki bu nûru göremiyordu. Onun için Cenâb-ı Hakk’a hitap ederek  ‘’Ya Rabbi! Oğlum Muhammedin Nûr’unu görmek isterim. Alnımdaki yerini a’zalarımdan başka bir yerde görebileyim.’’ Niyazında bulunmuştu. Cenâb- ı Hakk  bu nûru alnından alıp sağ elinin ŞEHADET parmağında  gösterdi.

Âdem bu Nûr’un işaret parmağında parladığını görünce ŞEHADET parmağını kaldırıp  ‘’Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve enne Muhammeden Resûlullah’’ demiş idi. İşte bundan dolayı bu parmağa Müsebbiha (Şehadet) ismi verilmiştir.

 Sonra Âdem ‘’Ya Rabbi! Benim sulbümde bu türlü nurlardan görmediğim başka var mıdır?’’ deyince Cenab-ı Hakk  diğer parmaklardaki Nûr’ları da göstermiştir. Buna göre orta parmak Hz. Ebubekir, yüzük parmağı Hz. Ömer, serçe parmağı Hz. Osman, başparmak ise Hz. Ali olarak işaret edilmiştir.

Bu  beş Nûr’un sağ elin beş parmağa konulmasındaki hikmet, sen  bu beş parmağın başlarını, bu beş Nûr’un sahiplerinin muhabbeti üzerine Kabz ederek (kapatarak), Resulullah ile ashabının aralarını  ayırmaman içindir.

 İki ayağın parmakları da beştir.

Sağ ayağın parmakları beş vakit namaza, sol ayağın parmakları da (beş dirhemden ibaret olan) Zekât’a işarettir.

 ‘’Allah her canlıyı  bir tür sudan yarattı. Onların bir kısmı karnı üstünde yürür, bir kısmı iki ayağı üstünde yürür, bir kısmı da dört ayağı üzerinde yürür. Allah neyi dilerse onu yaratır.‘’ (Nûr sûresi – 45)

 Karnı üzerinde yürüyenler yılanlar ve kurtçuklardır, iki ayak üzerinde yürüyenler insanlar ve kuşlardır, dört ayak üzerinde yürüyenler ise hayvanlardır.

 ‘’Hiç bir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih ediyor bulunmasın.’’ (isrâ sûresi- 44)

 Karnı üzerinde yürüyenler kıyamda ve rükûda duramazlar,  dört ayak üzerinde duranlar kıyama duramaz ve secde edemezler. Allah Kâinat’taki her varlığın namaz ve ibadetini (ağaçlar ve duvarlar dâhil) insanda CEM etmiştir (Toplamıştır).

 ÇÜNKÜ  İNSAN   KÂİNATIN  GAYESİ  VE  ÖZÜ’ dür. 

 (İbn Arabî Hz. Şeceretü’l Kevn Syf. 72 -75)


11 Ekim 2011 Salı

İLAHİ İSİMLER



Sûfiler,  ilahi isimleri alemin var oluşunun sebebi olarak görürler. Varlıkların vücudunun zuhura gelişi
 isimlerle olmaktadır. Alemdeki bütün varlıklar Allah ‘ın isimlerinin mazharıdır. Her isimde Allah ‘ın bir veya birkaç isminin tecellisi vardır. İsmin menşei sıfat, sıfatın menşei ise ZAT ‘tır. Bu isimler bir yönüyle isimlenene, diğer yönü ile ‘’hakikat ‘e’’ delalet eder. Dolayısı ile isimler birer nisbet olup bir ASLA rücu ederler.
ALLAH ‘ın isim ve sıfatları: Cemâl ve Celâl diye iki gruba ayrılır.
CELÂL kahır ve gazaba, CEMÂL mutlak güzelliğe delalet eder.
CEMÂL Hakkın zat ‘ı ile zat ‘ına tecelli etmesidir. CELÂL ise en yüksek seviyede ululuğunu ifade eder. Bu nedenle CELÂL ‘in ALLAH ‘tan başka hiç kimse tarafından bilinmesi mümkün olmadığından CELÂL ile ilgili açıklamalardan sadece CEMÂL (İLAHİ GÜZELLİK) ve bu CEMÂL ‘in CELÂL ‘i anlaşılmalıdır.
CELÂL ‘i müşahade Hakka özgüdür. Çünkü CELÂL Hakkın kendisini bulunduğu halde gördüğü mertebedir.
CEMÂL ise Hakk’tan bize dönen bir şeydir. Hakk’ın bize kendisini açmasıdır. CELÂL ise bizden münezzeh(uzak) olmasıdır.
İlahi isimlerin Alemde bulunuşları  zat ‘ları itibariyle değil eser ve hükümleri ile, hakikatleri ile değil misilleri iledir.
Bizim bildiğimiz İlahi isimler aslında isimlerin isimleridir. ALLAH dendiği zaman bu ismin manası, Rahman dendiği zaman ise o ismin sureti söylenmiş olur.
RAHMAN,  NEFES İLE İLGİLİDİR. Nefes ile ilahi kelimeler, Alemin zuhur ettiği HÂLA mertebelerinde zuhura gelir. Zat ‘ın bir olmasının yanında çokluğu, kesretin oluşum sebebidir. Bunun sebebi manalarının çok olmasındandır.
Bu isimlerin içinde bazıları vardır ki hepsine öncülük ederler.
Hakkın ismine câmi olan ilk imam isim ‘ALLAH’ tır. Zat ‘a delildir, biz  ZÂT’ı tenzih ettiğimiz gibi delili de tenzih ettik. Bütün isimlerin imamı  7  ‘ dir.
HAYAT - İLİM - İRADE - KUDRET -  SEMİ – BASAR – KELAM
İsimler sonsuz olmakla beraber hepsinin delalet olunanı tek bir ZAT ‘tan ibaret olduğundan bu çokluk aslında tek bir hakikattir. 
Alemin zat ‘ı, Kâdir isminin zat ‘ ından ortaya çıkmıştır. Bu da bir isimdir.
İnsan bu aleme Cemâl ‘den Celâl ‘e gelmiştir. Tekrar Celâl ‘den Cemâl ‘e dönmek için Celâl  yoluna sûluk  (yolculuk) vardır.
Cemâl ve Celâl ‘i kendi nefsinde bulamayan kimse başkalarına mürşid olamaz. Bütün basamakları geçmek ve menzilden menzile ulaşmak için cemâl ‘i ve celâl ‘i isimlere hizmet lazımdır.
İlahi zat ‘ın ahadiyetle (teklik alemi) başlayan kendini açma anlamındaki tecelli süreci, yani kendinde bulunan isim ve sıfatların ortaya çıkış serüveni insanla son bulur. Çünkü insan, ilahi isim ve sıfatların tamamının en mükemmel şekilde zûhur ettiği tek varlık alanıdır. Hakkın kemâlatını yansıtan en mükemmel aynadır.
HAYY (Hayat), ALİM (İlim), MÜRİD (İrade) ve KADİR (Kudret).
Bu esma ‘lar Evtad -ı  erbaayı (4 direk) meydana getirmektedir. 
Her devirde;
                Hz.İdris
                Hz.İlyas,
                Hz.İsa
                Hz.Hızır ‘a ait alemin dört yönünü koruyan hakk tarafından tayin edilen 4 zat bulunur.
Abdülhayy, Abdülhalim, Abdülmürid, Abdülkadir.
Bunlardan her biri Kabe ‘nin bir rüknü ‘ nün (köşesinin)  sahibidir.
ŞAM, Hz. Adem  ‘in ; IRAK,  Hz. İbrahim ‘in; YEMEN, Hz. İsa ‘nın ; Hacer ‘ül Esved, Hz. Muhammed ‘in kalbi üzerinedir.  
İnsan –ı Kâmil ‘in sağ eli Hacer-ül Esved, Kalbi Kâbe, cesedi Harem-i Mutahhara, Sırrı Arafat, Nefsi Muhasseb ‘ dir.
Kabe kapısı ve penceresi olmayan, girilemeyen, idrak edilemeyen Allah’ın ZÂT’ını sembolize eder.Hacer-ül Esved Allah’ın kainattaki sağ elini temsil eder. Biz ona biat ederiz.
İnsan_ı Kamil’ler de Peygamberin hakikatini gösteren en temiz AYNA’
Harem-i Mutahhara- Hz.Peygamberin şerefli kabirlerinin olduğu yerdir.
Arafat- Adem olan ruh ile, Nefs olan Havva’nın(Heva) birleştiği yer. Ruh ile nefsini birleştirmeyen Arif olamaz. Arif olan her daim ARAFAT’tadır.
Muhassep- Mekke yolunda, Mina üzerinde bir yerdir.Peygamberimiz hac dönüşü oraya uğramış ve bir miktar dinlenmiştir. Onun için oraya uğramak sünnettir. Muhassep Mekke’nin dışında olması (kalp makanının uzağı) nedeniyle ceset ve nefs gibi olup hayvani nefsin eseridir.
               

                                 


               

                                 







                                                                                                                                                   

1 Eylül 2011 Perşembe

ALLAH YOLU



İlim bir noktadır. Noktaların birleşmesi ile ELİF, Elif’in sağa, sola tenezzülü ile diğer harfler meydana gelmiştir.
ELİF harlerin kutbudur ve hiçbir harfe bitişmez. ‘’O’’ hiçbir harfe muhtaç olmayıp, her harf var olabilmek için  ‘’O’’ na muhtaçtır. Bu yönüyle ELİF , ‘’BİR’’ e benzer.
Bütün harfler ve sayılar çoğalabilmek için ‘’O’’na muhtaçtır.

ELİF  BATINî (iç) ANLAMIYLA  ‘’ZAT’’ ı İFADE EDER.

Ayrıca noktaların birleşmesinden çizgi, çizgilerin birleşmesinden yüzey(Hat), iki yüzeyin birleşmesinden ise cisim oluşur. Her cisim de ZAT’ın isim ve sıfatlarının suretidir. Kainatta her varlık Allah’ın  vücut giymiş isim ve sıfatlarının tezahürüdür.
Allah’ın isimlerinin yan yana gelmesi ile ALLAH YOLU ortaya çıkar.

‘’KUŞKUSUZ ALLAH, KENDİ YOLUNDA KURŞUNLA KAYNAMIŞ BİNALAR GİBİ SAF
BAĞLAYARAK SAVAŞANLARI SEVER’’ (Saff Suresi-4)

Allah yolunun ortaya çıkması için Cemaat halinde namaz kılanların birbirlerine sıkı sıkıya tutunması, aralıksız bir hat saf oluşturması gerekir. Peygamberimiz; ‘’Namazlarda safları sıklaştırın ve düzgün tutun’’ demiştir.
Böyle bir durum çokluk olmasını gerektirir. Bu da Cenab-ı Allah’ın ‘’Esmaü’l-Hüsna’’ sının, yani güzel isimlerinin birbirlerine sıkı sıkıya tutunması demektir.
HAYY (Diri) sıfatı, ALİM(her şeyi bilen) sıfatı ile içiçe bulunur.İkisinin arasında bir boşluk kalmaz. ALİM sıfatının yanında MÜRİD(isteyen) sıfatı, KÂİL (söyleyen) sıfatı, onun yanında KADİR(Kudret sahibi), onun yanında HAKEM , MUKİT(besleyen), MUKSİT(adalet dağıtan) sıfatı, onun yanında MÜDEBBİR(yöneten), MUFASSIL(ayıran), RAZIK(rızık veren), MUHYİ(dirilten), daha pek sıfat yer alır.
Bu şekilde isim ve sıfatların yan yana dizilişiyle oluşan ‘’Yaratma yolu’’nun vücuda gelmesi için, ilâhi isimlerin saf bağlaması gerekir.

HER KİM ALLAH’IN İSİMLERİNDEN BİRİNİ REDDEDERSE, SAFLAR ARASINDA BİR
GEDİK AÇILIR VE ŞEYTAN (nefs), O BOŞLUĞA SIZAR. BÖYLECE ALLAH’IN YOLU
KAYBOLUR.

Tek başına ele alındığında insan da, kendisini hareket ettiren her şeyde bir saf oluşturur. Dolayısıyle bütün hareketlerini Allah için yapar; hareketlerinde Allah’tan başkasına yer vermez.Böylece hiç kimse onu bu hareketinden vazgeçiremez, onu yolundan geri çeviremez.Bu nedenle düşmanların gözü daima onun üstüne çevrilir.Sürekli onun hareketlerini, fiillerini, yaptığı her şeyi gözlerler. Girebileçekleri bir boşluk bulmaya çalışırlar. Allah’ın yolunu kesmek suretiyle, onunla Allah’ın arasını açmaya çalışırlar.

HER KİM ALLAH’IN BÜTÜN İSİMLERİNİ KABUL EDER, BU SIFATLARLA
SIFATLANIRSA, O, ALLAH’IN SEVDİĞİ BİRİ OLUR.

KİM ALLAH’IN SEVDİĞİ BİRİ OLURSA, KENDİSİNİ SEVEN ALLAH’IN ONA
VERECEĞİ ŞEYİ HİÇ KİMSE BİLEMEZ. ÇÜNKÜ SEVEN SEVDİĞİNE KENDİNİ
VERİR, BÜTÜNÜYLE.

TAVAF


KABE’nin etrafında yapılan  7 dairesel TAVAF, ALLAH’ın  7 ZAT ismi ile bağlantılıdır.
HAYAT- Zat’ın itibariyle yok olamazsın, hayat sahibisin.
İLİM    - Bunları idrak edebilecek bir şuurun, idrakin var. O zaman ilim sahibisin.
İRADE - Bu seyir dolayısıyle sende meydana gelen istek ve arzular yani irade var.
KUDRET-Bu istek ve arzuları ortaya çıkaracak, fiile dökecek bir kudret’in var.
KELAM- Mananı ortaya çıkaracak bir dile sahipsin.
SEMİ   -  (Duyma) Dışarıyı duyabiliyor, algılayabiliyosun.
BASAR – (Görme) Çeşitli manaları seyredebiliyorsun.
BU VASIFLAR SENDE MEVCUT.
ALLAH’ IN ZAT’I HAKKINDA BİR ŞEY BİLMİYORUZ. ALLAH’IN VASIFLARINI BİZDE
TECELLİ EDEN BU  7  VASIF SAYESİNDE İDRAK EDEBİLİYORUZ.

VEDA TAVAFI:
Hâl yolu ile Allah’a doğru Hidayet bulmaya işarettir.Bu Hidayet Hakk’ın sırrını hak
Edene emanet etmesinden ibarettir. Yüce Allah’ın sırları  HAK edene verilmek
Üzere emanet durur.
HALK KENDİ HAKKI OLAN SIRRI BULMAK İÇİN MÜCADELE HALİNDEDİR.
7 DAİRESEL TAVAF, 7 FELEĞİ MEYDANA GETİRİR.
ALLAH SENİ FELEKLERE ÖZGÜ BU DÖNÜŞ BİLGİSİNE ULAŞTIRDIĞINDA, TAVAF
EDEN SAYILIRSIN.

İZAFA TAVAFI:
İlâhi FEYZ Kemal’e erdikten sonra kesilmez. Nihayeti yoktur. Arifler hem dünya,
Hem de ahiret ile ilişkilidirler.Çünkü onlar sürekli Hakk’ın kalplerinde ve nefislerindeki
Çağrısını duyarlar. Onlar Hakk ile halden hale geçerler.
Müminlerde dünyadaki bütün davranışlarında ŞERİAT’ın kendisini çağırdığı şeye
Göre hareket ederler. Onlarda bu çağrıya göre halden hale geçerler.
ÇAĞIRAN HER ZAMAN ALLAH’TIR.
HAKİKAT YOLCULARI KAZANDIKLARI İHLASI KORUYABİLMEK İÇİN  BİLİNÇLİ
OLARAK HALK ARASINDA KENDİLERİNİ KUSURLU GÖSTERİRLER VE HAKİR
GÖRÜRLER.
BÖYLECE DE HAK’TAN KAZANDIKLARI SIRRI KORUMUŞ OLURLAR.
ÇÜNKÜ ŞÖHRET AFETTİR.



HAYIR VE ŞER



HAYIR DA ŞER DE ALLAH’TANDIR. O iyiliği de kötülüğü de irade edicidir. Fakat O hayırdan başka bir şeye razı olmaz. Razı olsaydı iyiliği emretmezdi. Bir hayrın işlenmesi konusunda emir vermek ve kötülükten men etmek için, kötülüğe meyleden bir nefsin bulunması lazımdır. Böyle bir nefsin varlığını istemek, kötülüğü
İstemek demektir. Fakat O kötülüğe razı olmaz, olsaydı iyiliği emretmezdi.
Mesela bir öğretmen ders okutmak isterse, bu öğrencinin bilgisizliğini de ister. Çünkü öğrencinin bilgisizliği olmadan öğretme olmaz. Bir şeyi istemek onun Levazımını da istemektir. Bu öğretmen öğrencinin bilgisizliğini istemez. Böyle olsaydı öğretmezdi.
Doktor mesleğini icra etmek için herkesin hastalığını ister. Ancak halkın hastalığına da razı olmaz. Olsaydı tedavi etmezdi.
Ekmekçi para kazanmak için aç insan ister ancak açlığa razı değildir. Olsaydı ekmek satmazdı.
Aynı şekilde bir ordu komutanı hünerini gösterebilmek için savaş ister, ancak savaşa razı değildir.
İnsan da bunun gibidir. Kendi nefsinde kötülük faktörünün bulunmasını Tanrı ister. İman ancak küfürden sonra mümkün olur.Bunun için küfür imanın levazımındandır.
Mesela bize BAĞIŞ, BARIŞ ve ISLAH emrediyor. Düşmanlık olmadan böyle bir emrin faydası olmaz. ‘’Malınızı Tanrı yolunda sarf ediniz’’ diyor. O bununla bize mal kazanmayı emrediyor. Bir kimse diğerine ‘’kalk namaz kıl’’ derse, o bununla abdest alması, su bulması ve namazın levazımından olan şeyleri tedarik etmesi için emir vermiş demektir.

KULUN HATA YAPMAMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.
HATA YAPMADAN YOKUZ DİYEMİYORUZ. VAR OLMADAN YOK OLAMIYORUZ. HATA
YAPTIĞIN ZAMAN ALLAH RIZASI İÇİN BUNDAN VAZ GEÇECEKSİN. ACZİNİ BİLECEKSİN.
ALLAH BU GAYRETİ SEVİYOR.

ALLAH’DA SONSUZ KUDRETİNİ VE AFFEDİCİLİĞİNİ GÖSTERMEK İÇİN KULLARININ
HATA YAPMASINI VE ACZ İÇİNDE, BOYNU BÜKÜK YAKARMALARINI İSTER.

ÇÜNKÜ ALLAH’IN   GAFFAR VE RAHMAN İSMİNİN KULLANILABİLMESİ BUNU
GEREKTİRİR.

5 Ağustos 2011 Cuma

KUTUP


DAİRENİN MERKEZİ, ÇERÇEVESİ VE HAKK’IN AYNASIDIR. ALEMİN
ETRAFINDA DÖNDÜĞÜ BİR EKSENDİR. ALEMDE DEVLET GİBİDİR.
BU DEVLETİN HÜKÜMDARI KUTUP’TUR. HER DEVİRDE BİR KİŞİDİR.
YETKİ VE İCRA SAHİBİDİR. KUTBUN BÜTÜN MAHLUKATIN KALBİNE
UZANAN BAĞLARI VARDIR. O BU BAĞLAR VASITASIYLA ALEMİN
VE İÇİNDEKİLERİN İHTİYAÇLARINI GİDERİR. BÜTÜN ALEM FİİLEN
ONA BOYUN EĞER. ÇOĞULU AKTAB’DIR. ALLAH İNDİNDE İSMİ
ABDULLAH’DIR. AYNI ZAMANDA ABDULCAMİ’DİR. YANİ BÜTÜN
İLAHİ İSİMLERİ TOPLAYICIDIR. ALEMDEKİ BÜTÜN ULVİ(YÜCE) VE
SUFLİ(SIRADAN) İŞLERİ YÜRÜTÜR.
KUTUPLAR HZ.İDRİS’İN VEKİLLERİDİR. KUTUP ALEMİN KALBİDİR Kİ
EN YÜKSEKTEN EN ALÇAĞA KADAR HERKESE VE HER ŞEYE ALEMİN
RUHUNU VERİR. NÜBÜVVETİN BATINIDIR. PEYGAMBARLİĞİN İÇ
YÜZÜDÜR. ZAHİRİNE NÜBÜVVET,BATININA VELAYET DENİR.
İKİ İMAMI VARDIR.
SAĞDAKİ, CEMAL VE HEYBET MENZİLİDİR. MAKAM İTİBARİYLE
MÜLK VE SALTANAT ONUNDUR. TEK YÜZÜ VARDIR VE HER ZAMAN
AYAKTA DURMAKTADIR.
SOLDAKİ CELAL VE ÜNSİYET MENZİLİDİR.ALEMİN VE BİTKİLERİN
YÖNETİMİ, SALAH’I ONA AİTTİR. ANAHTARLAR ONUN ELİNDEDİR.
KUTUP İMAMIN KILICIDIR. İKİ YÜZÜ VARDIR. BİRİ KUTBA BAKAR.

KUTUP ENSESİZ BİR YÜZDÜR. HZ. PEYGAMBERİN DEDİĞİ GİBİ,
‘’BEN SİZİ ARKAMDAN DA GÖRMEKTEYİM’’
ARKA-SIRT ONLARIN YOKLUKLARININ İSPATIDIR. KUTBUN 5 SIRRI
VARDIR. SEBAT, SAHİP OLMA, LİDERLİK, ISLAH, HAZIRLAMA-
DONATMA.
BU SIRRA SAHİP OLAN ABDURRAB (Rab’bı Kulu) DIR.
KUTUPLUK HİLATI GİYDİRİLİNCE ABDULİLAH(İlahın Kulu) olur.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

İNSAN – ALEM


Her  insan, görünüşte cismi küçük olsa da, manada büyüktür. Yedi gök ve yedi Arz ve bunlar içinde bulunan şeyler, Arş, Kürsi, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem günde birkaç defa o vücut şehrine bir yandan girer, döner dolaşır, öbür yandan çıkar. Ama bunu insanlardan pek azı hissedebilir. İnsan tıpkı büyük bir şehir
gibidir.Ortasında büyük bir sultanın oturduğu büyük bir taht vardır. Bu tahta oturan sultan Tanrı’nın hükmüdür. Ruh onun mülkü, kalp hazinesi, akıl tartıcıları, idrak terazisidir.

Bu şehrin dört kapısı vardır. GÖZ, KULAK, DİL ve EL.
Bütün mahlukat bir taraftan girer, öbür taraftan çıkar. Şehre girenler, aklın önünden geçmeden çıkmazlar.Kavrayış bunların kıymetçe, iyisini, kötüsünü seçer, beğendiğini alıkoyar, beğenmediğini salıverir.

Bu kafilelerden kimi göz kapısından girer, el kapısından çıkar. Yani görülerek girer, fiil, amel ve sanat olarak çıkar. Kimi kulak kapısından girer, dil kapısından çıkar.Yani işitilme suretiyle girer, söz halinde çıkar. Akıl da önünden geçenlerin resimlerini çeker, hayale verir. Hayal akıl defterinin sahibidir. Akıl da çektiği resimlerden beğendiğini alıkoyar, beğenmediğini salıverir.
Mümin ve Münafığın farkı burada ortaya çıkar.

MÜMİN, KULAK VE GÖZ YOLUYLA GELENLERDEN ALLAH YOLUNDA HAYIRLI OLANI ALIR, İYİ YAPAR, İYİ KONUŞUR.

MÜNAFIK İSE KULAK VE GÖZ YOLUYLA GELEN KAFİLELERDEN ALLAH İNDİNDE
ŞERLİ OLANI ALIR, ŞER YAPAR, ŞER KONUŞUR.

İYİ TOPRAK KÖTÜ TOHUMU İKİ, ÜÇ DEVREDE İYİ YAPAR.
KÖTÜ TOPRAK İYİ TOHUMU İKİ, ÜÇ DEVREDE BOZAR.
BURADA TOPRAK KALP, TOHUM İSE SÖZ’ DÜR.

22 Temmuz 2011 Cuma

KUR’AN’ IN CEVHERLERİ


İnsan düşünen canlıdır. Beden ve Ruh’tan ibarettir.Ruh insanın fizik ötesi
Kaynağını, yani yaratıcıya bakan yüzünü ifade ederken, beden bu dünyaya
Bırakılmışlığını imâ eder. Gerçek varlık Allah olduğundan insanın Allah’a
Bakan yönü onun hakiki anlamda var olan yönüdür. Kaynaktan (Allah’tan)
Uzaklaşmak insanı nedenlerini bilmediği mutsuzluğa sevk eder.
İlâhi alemden gelen RUH hep kaynağına kavuşma arzusundadır ve bu arzuyu
Gerçekleştirmek için de yeterli istidada sahiptir. Ancak Ruh’un bedenle
Kuşatılması, vuslatını engellemektedir. Bunu başarmanın tek yolu bedensel
Kirlerle kirlenmiş insan ruhlarının arındırılmasıdır.  Hz.Peygamber kendisine
 vahyedilen Kur’an ve bu Kur’an’ ın en doğru tatbiki olan sünnetiyle Hakk’a
 giden yolda insanın rehberliğini üstlenmiştir. Bu bağlamda Kur’an okuma anlam
kazanmaktadır.
EY KUR’AN OKUMAYA ÇALIŞIP, ANLAMLARINDAN YANLIZCA KABUKLARI VE
BİR KAÇ CÜMLEYİ KAVRAMIŞ KİMSE. DAHA NE KADAR DENİZİN İÇİNDEKİ
İLGİNÇ ŞEYLERE GÖZÜNÜ KAPATIP SAHİLDE DOLAŞACAKSIN.
DENİZİN DALGALARINA DALARAK KİBRİT-İ AHMER-İ ELDE EDEN, DENİZİN
DERİNLİKLERİNE DALARAK KIRMIZI YAKUT’U, PARLAK İNCİYİ, VE YEŞİL
ZEBERCEDİ ÇIKARAN, DENİZİN SAHİLLERİNDE DOLAŞARAK KURŞUNİ AMBERİ,
TAZE  YAŞ TÜTSÜYÜ TOPLAYAN VE DENİZİN ADALARINA GİDİP ORADAKİ
HAYVANLARDAN EN BÜYÜK TİRYAKİ (İLACI) VE EN KESKİN MİSK’İ SAĞAN
TOPLUMLARA İMRENMİYORMUSUN.?.
Marifetullah allah’ı bilmektir. İşte bu KİBRİT-İ  AHMER’dir. Yani Kırmızı
Kibrit. Bu bilgi Hakk’ın ZAT’ının, sıfatının(mavi), Fiillerinin(Sarı), bilgisini
Kuşatmaktadır. Bu üç bilgi KIRMIZI YAKUT’tur. Zat bilgisi sadece kralların
(Havas’ın havas’ı) ulaşabileceği ve Kur’an’ da imâlar ve işaretler ile kişinin
idraki kadar anlayabileceği bilgilerdir.
Sıfat bilgisinin alanı daha geniştir.Hayat, İlim, İrade, Kudret, Semi, Basar
Ve Kelam sıfatlarından bahseden ayetler daha çoktur.
Fiiller ile ilgili ayetler ise Kur’an’ da en geniş alanı kapsar.
KİBRİT-İ AHMER (Kırmızı Kibrit); Şeyleri değersiz niteliklerinden, değerli
Niteliklere çevirmeyi sağlayan kimyadır. Bu kimya sayesinde taş yakuta ve
Bakır saf altına dönüştürülerek, değersiz varlığımızdan geçip ZÂT’ a ulaşılmak
Hedeflenir. Hayvani sıfatları, kalbin cevherlerine dönüştürerek Alemlerin
Rab’bine yaklaşma ve ona kavuşma çabasıdır insanın gayreti. Kimyadan elde
Edilen en değerli şey YAKUT’tır. Ve Yakut’ların en üstünü de KIRMIZI YAKUT’tur.
İlahi zat bilgisi de bu nedenle bu adı alır.
İŞTE MANEVİ KEMÂL’ DE EN YÜKSEK DERECEYE YÜKSELDİĞİ İÇİN İKSİR GİBİ
OLAN NAZARIYLA İNSANI KÖTÜLÜKTEN İYİLİĞE, KÜFÜRDEN İMÂNA ÇEVİREBİLEN
NADİR BULUNAN ULU VELİ KİBRİT-İ AHMER’DİR . (İNSAN-I  KÂMİL)
En keskin MİSK’e gelince, o bu dünyada insanın beraberinde taşıdığı ve varlığını
Gösteren güzel koku yayan, hatta gizlemek istese gizlenmeyip uçuşan ve yayılan
Şeyden ibarettir. Alemde kendisinden güzel bir isim yayılan ve gizlenmek istese
Bile, sahibini gösteren şey en keskin MİSK’tir.
TÜTSÜ’ye gelince o, insanlar nezdinde cisimlerdeki bir cisim olup ondan
Yararlanılmaz, ama ateşe atılıp da kendisi yandığında ondan yayılan bir duman
Yükselir, koklama duyusuna ulaşır. Bu tütsü kaynağını ve atıldığı yeri güzelleştirir.
Bu UD’dur.  Yani ilk hale dönüştür. (Bayram)

ALLAH VELİLERİ, YAŞADIKLARI ZAMANIN VE ÇEVRENİN İSRAFİL’İDİR. ONLARIN
NEFESLERİ NİCE ÖLÜ RUHLARI, VÜCUT KABİRLERİNDEN DİRİLTİR VE AYAĞA
KALDIRIR.

HİCRET


‘’Muhacirler’’ (hicret edenler) ruhani kuvvetlere işarettir. Onlar ZAT makamından sıfatlar
Makamına göç ettiler. ’’Ensar’’ (Medineli sahabeler) ise,nefsten mü’min ve mutmain kuvvetlere işarettir. Onlar RUH’a  yani insani nefislerin  irşadında yardımda bulundular. Bunun içindir ki Peygamberin nefsi Müslüman oldu, yani teslim oldu ve zevceleri (nefsi),  itaatte ona yardım ettiler.

HİCRET Arapçada ayrılık demektir. İç manasıyla ise nefsten rûh’a göçmek, kötü huyları terk ederek, Peygamberin ahlakı ile ahlaklanmaktır. Peygamberin hicreti, vakti gelene bunun nasıl olması gerektiğini göstermek içindir.

Peygamber BEKKE olan vücudunda ruhunun hakikatini ortaya çıkarmak üzere Medine’ye göçmüş ve Ensar’in (Medineli sahabeler) gönlüne tecelli ederek  Yesbir’i şehir, yani hakiki vücut haline getirmiş ve medeni kılmıştır.
Mekke’nin fethi Bekke’nin fethidir. Peygamber hicret kavramıyla nefsin gönle doğru tekamülünü anlatırken, fetihle de bu tekamülün tamamlanmasını anlatır.Bu bir sülûktur.’’Be’’ harfi, Peygamberin mübarek vücudunu yani Berzah’ı temsil eder. Peygamber Hakke’l-Yakîn oluşunu vücudun fethi olarak anlatır.

 Hakke'l-Yâkîn'e ulaşmak için, ilme’l –Yakîn ki Cebrail ile sağlanmıştır.(Allah’a doğru seyir),
Ayne’l-Yakin ki miraç’tır. Mirac’ın dönüşü  Hakka’l-Yakîn’dir.(allah’la seyir) ve Mekke’nin
Fethi ile sonuçlanmıştır. Bu durum Peygamber’in ayrı bir vücudu kalmayıp, Allah’ın O’nda
Tam tecelli ettiğinin delilidir.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

HZ. MERYEM

Cebrail ruhu, külli aklı ve diriliği temsil eder (idrak). Hz. Meryem’in Cebrail’in üflemesi ile hamile kalışı, mübarek nefsinin ,safiye makamında(en yüksek nefs makamı, renksizlik) RUH olması demektir.

Peygamberin nefsidir Meryem, bakiredir. Meryem suresi 26. Ayette, Meryem susar. Hakaretler artar, Meryem susmaya devam eder. Ne zaman nefs susarsa, o zaman RUH konuşur. Meryem’in kucağındaki  İSA , ‘’Ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve NEBİ yaptı.(Meryem suresi- 30) ‘’ diye bağırır.

İşte susan nefs ve konuşan Ruh olan Hz. Muhammed, Taif’te taşlandığında, Meryem (Nefs) ile razı olmuş ve Ruhullah olan vücuduyla kendine kötü muamele edenlere hayır dua etmiştir.
Allâh beşerin babası Adem’i, babasız olarak yarattı. Adem’in çocukları Kemâl cihetiyle İSA ile son buldu. Aynı şekilde o da babasızdır. Keza iş Muhammed (a.s) ile başladı, Muhammed -El Mehdi ile son buldu.

Meryem’in doğum sancıları tutunca hurma ağacına yöneldi.(Meryem- 22) Dert onu ağaca yöneltti ve kuru ağaç meyve verir oldu.Dert insana yol gösterir. Tasavvufta hurma sabrı temsil eder.

Peygamberin dayandığı hurma dalı da, dünya nimetlerini istemeyip, İnsan-ı Kâmil derecesine ulaşmayı dilemiştir.

Hz. İSA’nın mucizesi ölüyü diriltmektir. Yani ölü gibi gönülleri, nefsani arzulardan kurtarıp, Ruh ile diriltmesidir.

14 Haziran 2011 Salı

VAKİT


Vakit zaman içinde senin halini belirler.Bu hal ne geçmişe ne de geleceğe bağlıdır. Kim geçmiş ile uğraşırsa, şimdiki zamanı geçmiş ile doldurursa şimdiki zamanın gerekliliklerini kaçırıyor demektir. Bu uzaklık makamıdır.
Gelecekle uğraşanlar da aynı durumdadır.
GEÇMİŞ HAYAL , GELECEK İSE MEÇHUL’DUR. ZAMAN AN’DIR. AN ALLAH
KATINDA ZAMAN BİRİMİDİR. (DEHR)

VATAN
Vatan, içinde varlıkların meydana geldiği VAKİTLERİN mahallidir.
İnsan nereden geldiğini, nerede bulunduğunu, nereye gittiğini bilmeden bu vatanları anlayamaz. İnsan içinde bulunduğu vatana uygun hareket etmelidir. Bu vatan, şu anda içinde bulunduğun vatanı, zamanı kapsar.
Kişi içinde bulunduğu vatana gerekli özeni göstermelidir. Sufi vaktin çocuğudur.
Bir olayın gerçek süresi   ‘’AN’’ ın sınırlarını aşmaz.
Olay vakte gereklidir.
Vakit olaya gereklidir.
Olay vakitten ayrılamaz.
Vakit olayların meydana geldiği yer yani  ‘’VATAN’’ dır.
Vatanlar çoktur. Genel olarak  6’dır.
. Allah’ın bize ‘’Ben sizin Rab’biniz değilmiyim’’ diye sorduğu ve vücut (B) giyerek ayrıldığımız vatan.
. Dünya vatanı. YANİ SORUMLULUK, SINAV  VE ÇALIŞMA vatanı.
. Küçük ve Büyük ölümden sonra geçeceğimiz  ‘’BERZAH’’(Bilinenle bilinmeyeni, var olanla var olmayanı, inkar edilenle tasdik edileni ayıran) vatanı.
. Uyuyan toprakta diriliş ve ilk duruma dönüş vatanı. (el- hafira)
. Cennet ve Cehennem vatanı.
. Kum tepesi (el- kesip) vatanı.
 Beyaz  MİSK’ten yapılmış YÜCE ALLAH’I GÖRME (Rü’yet) yeridir. Cennetin dışındadır.
ONUN SONU  MİSK’TENDİR. ARTIK  BUNA İMRENSİN  İMRENENLER.(Mutaffifin-26)

HAL
Herhangi bir çaba sarfetmeksizin kalbe aniden gelen şey.
Hal’ler Allah’ın bağışlarıdır.Kişisel çaba ile kazanılmaz.Hâl ilahi bir sıfattır. Tanrı kendi
HAKİKATİ içinde tek bir varlık olsa da ‘’O HER AN BİR  İŞTE’DİR’’ (RAHMAN-29).
Bu işler yaratıkların HAL’leridir.
HER AN YENİ BİR TECELLİ GEREĞİ HAL DE DEVAMLI YENİLENİR.
ALLAH’IN YARATICI SIFATI BUNU GEREKTİRİR.

MAKAM
Kul belirlenmiş  ‘’VAKİTLER’’ de yapılması gerekli amelleri yaparsa, kemâle ermesi için gerekli olan mücadele ve riyazatları, yani bedensel  ve ruhsal çabaları yerine getirirse  ‘’MAKAM SAHİBİ’’ olur. MAKAM   ‘’hal’’ in  aksine sabittir. Ölene kadar devam eden veya etmeyen  MAKAMLAR vardır.
Bast ve Ünsiyet (yakınlık) cennete kadar devam eden makamlardır.

MÜMİN HAL, ARİF İSE MAKAM EHLİDİR. HAL’LER DEĞİŞİR  MAKAM İSE DEĞİŞMEZ.
EN YÜKSEK MAKAM MAKAMSIZLIKTIR. YANİ  HİÇ’LİK.
ALLAH HEPİMİZE NASİP ETSİN. AMİN.


İLK AKIL – KALEM:

Hz. MUHAMMED’İN ruhu İLK- AKIL’dır. Yüce Allah’tan alınan her şeyi ruha akıl taşımaktadır. Arş; Taht bir levha olarak tanımlanırsa AKIL’da LEVHA üzerinde yazı yazan KALEM’dir. Levha RUH ise AKIL onun efendisidir.

Akıl İle Yaratıcı arasında hiçbir araç yoktur. Bununla birlikte ikisinin arasında en-Nûn meleği olduğu söylenir.

Kalem’in baş aşağıya çevrilmesi ile KALEM LEVHA üzerine yazı yazar. Nûn meleğinden gelen derin bilgiler Levha üzerine yazılır. Kalem suresinin 68. ayeti Nûn harfinin evrensel bilgisi ile açılır. Bu melek evrensel bilgiyi içeren bir noktaya benzetilir.

AKIL KALEM’DİR. RUH LEVHA’DIR. AKLIN ÖZÜNDEKİ EVRENSEL BİLGİNİN LEVHA ÜZERİNE YAZILARAK CANLI HALE GETİRİLME İŞİNE KALEM DENİR.

KALEM’İ HAREKET ETTİREN ALLAH’IN SAĞ ELİDİR.

İrade kalemini, ilim mürekkebine daldırdı ve kudret sağıyla korunmuş, saklanmış olan Levh-i Mahfûz’a daha önce olan, şu anda olmakta olan ve ileride olacak olan ve olmayacak olan her şeyi yazdı.

Bütün sebepler Allah’ın elindeki KALEM gibidir. Kalem’i hareket ettiren yazıyı yazan Allah’tır.

KİMİ  KALEM’E TAKILIR, KİMİ ELİ GÖRÜR, KİMİ ONU SEYRETMENİN  TESİRİYLE KALEMİ GÖRMEZ. SEBEPLERE TAKILAN AVAM’DIR.(SIRADAN) VELİ KİŞİ SEBEPLERİN ARKASINDAKİ ASIL İŞİ YAPANI BİLİR.

KALEM’İN MÜREKKEBİNDEN DÜŞEN İLK DAMLA ‘’BA’’ nın ALTINDAKİ NOKTA’dır VE ONUN ANLAMI ‘’RAHMET’’tir. O HALDE KALEM’İN LEVHA’YA YAZDIĞI İLK ŞEY ‘’RAHMET’’ tir.

RAHMAN VE RAHİM ONDAN TÜRER.


7 Haziran 2011 Salı

NOKTA - KÜN (OL)

Alemde ne varsa Kur’an’da, Kur’an’da ne varsa Fatiha’da, Fatiha’da ne varsa
Besmele’de, Besmele’de ne varsa  (B) harfinde, (B) de ne varsa altındaki
Noktada’dır.İlim bir noktadır onu cahiller çoğalttı.
Besmeledeki (B) harfi, Allah’ın isim ve sıfatlarının Peygamberin vücudunda
Tecelli etmesidir. (B) vücuttur ve zulmani bir harftir. (B) geçersek ve varlığımızdan
Temizlenirsek (B) nin altındaki  nokta oluruz. Bu Hz. Nokta Bismillah manasını
Bize idrak ettiren ALİ makamıdır.
HZ. Peygamber ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır.Evlere kapılarından giriniz,
Demiştir. Ali AŞK makamıdır. Allah’ın makamına AŞK kapısından girilir.
NOKTA-YI BASİTA maddi ve manevi bütün alemlerin varlık kaynağı olması
Bakımından bölünme ve parçalanma kabul etmeyen birliktir.(Mutlak Gayb)
Arap alfabesindeharflerin aslı NOKTA’dır. Nokta kendini tekrar ederek düz
Çizgiyi yani ELİF (I) harfini oluşturur. Elif ise eğilip bükülerek diğer harfleri
Meydana getirir.
Biz Allah’ın sonsuzluğu önünde bir Nokta’dan ibaretiz Nokta olan  varlığını,
Allah’ın varlığında yok edenler zamansız ve mekansız olan Allah’ın kulu,
Hakk ve Halk’ın sevgilisi olurlar. ADEM ALLAH’ın NOKTASIDIR. (B) Elif
İle diğer harfler arasındaki geçiş harfi  yani  İNSAN-I KAMİL’dir. Onun
Hakikati bir nokta’da gizlidir. Adem her devrin Ademidir. Her devirde
Gelen Allah sevgilisi Adem’in hakikatini taşır.
ALEM NOKTA DERYASININ BİR KATRESİDİR. BU HAKİKATİ GÖREN BİRLİĞİ
İDRAK EDER.
NOKTA AYNI ZAMANDA  KÜN’dür. Başlangıç ve son onda birleşir. Her şey
Nokta’da başlar bir daire çizerek Nokta’da biter.
KÜN (OL) çekirdek kainat ağaçtır. KÜN kelimesinde  2 harf vardır.
KÂF- Bir yönü mükemmelliğe, KemÂl’e,
         Bir yönü noksanlığa, örtüye yani küfre,
NÛN- Bir yönü marifete yani bilinirliğe,
          Bir yönü tanınmazlığa yani inkara,
DÖNÜKTÜR.
KEVN (VARLIK) tamamiyle KÜN kelimesinden çıkan biri NÛR, biri ZÛLMET
İki CÜZ’den ibarettir.
Ne kadar hayır varsa NÛR’dan, ne kadar şer varsa  ZÛLMET’tendir.
MELEKLER NUR’dan, ŞEYTAN ise ZULMET’tendir.
Adem ve oğullarının çamuruna NÛR ve ZÛLMET karışmıştır.Onların
Hakikatleri  MARİFET’e de, İNKAR’a da meyillidir.
CEVHERİNDE NE GALİP GELİRSE O YÖNE MEYL EDER.
Varlıkların hepsi Allah’ın kelimeleridir. Çünkü onlar KÜN emrinden
Meydana gelmiştir. KÜN ise Allah’ın kelimesidir. Yaradılışta üzerine
Allah’ın NUR’u isabet edenler KAF ve NUN’u, Kemal ve Belirlilik
Olarak algıladı.NUR’dan isabet almayanlar ise Küfür ve İnkara
Tanıklık eder.
KÜN ÇEKİRDEK, KAİNAR AĞAÇTIR.
Cennet ve Cehennem Kainat Ağacının meyvelerini koymak için
Hazırlanmış iki  AMBAR’a benzer. Ağacın çiçekleri Dünya, meyve
Vermesi Ahiret’tir.Meyve ve dallar çok olsada KÖK BİR’dir.
Dalların biri NUR’a, biri ZULMET’e bakar. Bu meyve Nur-i Muhammedi
Ya da Hakikat-ı Muhammedi’nin karşılığıdır.
VARLIK KÜN EMRİ İLE BAŞLAYIP, MİRAÇ İLE TAMAMLANIR.
KÜN iki ele işaret eder. İki elden maksat CELAL ve CEMAL’dir.
Yani Alemin sureti, Hakk’ın sureti.İşte ADEM iki sureti kendinde
Toplayarak HALİFELİĞE lâyık görülmüştür. Halifelik sadece İNSAN-I
KAMİL için geçerlidir.
İNSAN-I KAMİL’in DIŞ YÜZÜ ALEM, İÇ YÜZÜ İSE HAKK’tır.
Hakikat yani ÖZ olan Hakikat-ı Muhammed itoprağa gömüldüğü yani
Yok olduğu zaman ondan Gövde, Dallar, Çiçekler ve Meyve zuhur
Ediyor.Burada  AĞAÇ İNSAN-I KAMİL, meyvesi ise İNSAN oluyor.
İnsanlığın manasına varamamış olanlar faydasız ve lüzumsuz değildir.
Bir ağaçtaki yaprak, dal ve çiçekler hepsi meyvenin zuhuru içindir.
Allah insanın iki kaşı arasına (Celal- Cemal) bir hat çekti. Bütün
İlimleri o düz çizgiden öğretti. Bu düz çizgi ZÛL CELAL-I  VEL İKRAM’ın
Tam zuhur yeri olan Hakikat-ı Muhammedi’dir.
HATT-I İSTİVA (EKVATOR) da, Hakikat-ı Muhammedi’dir.

İSLAMİYET TESLİMİYETTİR. ALEMDE HER ŞEY TESLİM OLMUŞTUR.
YANİ MÜSLÜMANDIR.ÇÜNKÜ HER ŞEY İLAHİ EMRE YÖNELMİŞTİR.
KENDİSİNE  ‘’OL’’ DEYİNCE BU EMRE İTAAT  ETMEYEN HİÇ BİR VARLIK
YOKTUR. HER ŞEY BU EMRİN SONUNDA MEYDANA GELİR.
ONUNİÇİN HER VARLIK İSLAMDIR. (teslimdir)

2 Haziran 2011 Perşembe

HAKİKAT-I MUHAMMEDİ:

Muhammedi  Hakikat ilk ilkedir  ve âlemin hamurudur. Âlemde ŞEY’lik vasfına haiz bütün varlıklar bu hakikatten ve  bu hakikatin bir yönünden meydana gelmiştir. Varlığın zuhur etmesindeki hikmet Hakk’ın bilinmeyi istemesidir. Bundan dolayı âlem var edilmiştir. Eğer Allah ile âlem arasında bir nispet bulunmasaydı (Muhammedi Hakikat) o zaman âlemin Allah’ı bilmesine imkân olmayacaktı. Bu nedenle Allah Zat nurundan Muhammedi Hakikati var etmiş ve onu âlem ile kendi arasında bir NİSBET kılmıştır. Âlem böylece Hakk’ı bilir.

Hz. Muhammed, Muhammedi Hakikatin en kâmil görünümüdür. İnsan Hz. Muhammed’den bir nüshadır. İnsan ilahî isimlerin tamamının mazharıdır (görüldüğü yerdir). Çünkü Hz. Peygamber Hakk’a ait bütün ilahi isimlerle isimlenmiştir.

İblis de Allah’ın Zat’ından yaratılmış olan Hz. Muhammed’den var edilmiştir. Hakk’ın Zat’ı iki zıddı cem ettiği için, Hz. Muhammed’de iki zıddı cem eder. Yüce melekler Cemâl ve Hidayet nuru bakımından Hz. Muhammed’in Hakikatinden var edilmiştir. İblis ve benzerleri ise Celâl, zulmet ve sapkınlıkları sıfatı bakımından Muhammedi Hakikat’ten yaratılmışlardır.

Allah İblis’e ‘’Ey AZAZİL, benden başkasına ibadet etme’’ dediği için Âdem’e secde etmemiştir. Oysa Allah’ın emri ile Âdem’e secde etmek yine Allah’a secde etmek demek olduğunu anlayamamış ve bu şaşkınlığı nedeniyle iblis adını almıştır.

HAKİKAT-I MUHAMMEDİYE, Hz. Muhammed’in zamana ve mekâna bağlı olmayan Hakikatidir. Allah’ın ilk var ettiği ŞEY’dir. Yalnızca Allah’ın var olup onunla birlikte başkasının var olmadığı bir mertebeden sonra Zât’tan ilk defa Muhammedi Hakikat zuhur etmiştir. O nedenle varlığın zuhur silsilesinin ilk halkasıdır. Bu Mertebe Hakikatül  hakayık diye adlandırılır ve Allah isminin mazharıdır.

HER ŞEY NUR-İ MUHAMMEDİ’DEN, NÛR-İ MUHAMMEDİ İÇİN VAR EDİLMİŞTİR.
GAYB MERTEBESİNDE OLANIN  ZUHUR MERTEBESİNE ÇIKMASINA TECELLİ DENİR. TEK BİR HAKİKAT VARDIR VE O HAKİKAT TECELLİ ETMEKTEDİR.

VAHDET-İ VÜCUT anlayışına göre yaratan ve yaratılan yani ikilik kabul görmediği, tek bir vücut anlayışı benimsendiği için TECELLİ kavramı kullanılmaktadır.

Âlem tecelliler mertebesidir. Tecelliler; VARLIK  ve MÜŞAHEDE tecellisi diye ikiye ayrılır.

Varlık  tecellisi, TECELLİ’dir. Müşahede tecellisi ise, TENEZZÜLÂT’tır.

HAK, Mutlak varlıktır. Âlemdeki çokluk (Kesret) Hakk’tan çıkan bu varlık tecellilerinin, Hakk’ın isim ve sıfatlarının gölgesi olan Ayan-ı Sabite mazharında ortaya çıkan görünümünden kaynaklanır.
İlk tecelli (Tecelli-i Akdes), Hakk’ın kendi Zat’ında, Zat’ı için, Zat’ıyla tecelli etmesidir. Bu tecelli insan bilgisinin konusu değildir. Çünkü bu tecelli sadece Zat’a ait bir tecellidir.

İkinci tecelli ise (Tecelli-i Mukaddes) isim ve sıfatların tecellisi şeklindedir. Yaratma yoktan var etme değildir. Gizli yani bâtın olan bir şeyin ortaya çıkmasıdır. Tecellinin tekrarı yoktur, her tecelli bir önceki tecelliyi kapsar ve genişleyerek devam eder. Buna bağlı olarak âlemde sürekli genişler ve mükemmelleşir.

Evren buna bağlı olarak sürekli yenilenir ve değişir. Müşahede tecellisi Mârifetullah ile ilgilidir. Tecelli ki bu keşiftir, marifet ile birleşir. Müşahede tecellisinin özelliği, tecelli edilenin varlığını silmek ve ona bilgi kazandırmaktır. Allah hakkında bilgi ancak Müşahede tecellisi ile elde edilir.
TECELLİ DE İSTİDADA GÖREDİR. Tecellinin üç temel işlevi  vardır.

. Hakk’ın Zat’ında gizli halde bulunan isim ve sıfatlarının yani âlemin ortaya çıkmasıdır.
. İsim ve Sıfatlar vasıtasıyla ilâhî Zat hakkında bilgi sahibi olmaktır. Çünkü Hak bilinmeyi istediği için tecelli etmektedir.
. Âlemin varlığının devamını sağlamaktır.

Hakk’ın tecellisi âlemin varlığının kıyamıdır. (Ayakta durmasıdır) Hakk’ın tecellisi hangi âlemde ve hangi varlıkta olursa olsun El- Zahir isminden kaynaklanır. El Batın isminden ne bu nede öteki dünyada tecelli gerçekleşmez.

ZAT’ININ TECELLİSİ İÇİN SEVGİDEN SEVGİLİ YARATTI. YARATTIKLARI ARASINDA NİSBET (BERZAH) OLMASI İÇİN ÂLEMİ DE BU SEVGİLİDEN YARATTI.

Sıfat Zat’tan bir dal ise, âlemde bu sevgiliden bir daldır. Hz. Peygamber ‘’Ben Allah’tanım, müminler de bendendir’’ demiştir. Peygamber Allah ile âlem arasında vasıtadır. Bu nedenle ahiretteki Vesile makamı sadece ona aittir. O VESİLE MAKAMININ SAHİBİDİR.

VESİLE: Adn diye adlandırılan cennetlerdeki en yüksek mertebedir ve Hz. Muhammed’e aittir.

NİSBET: Bir şeyin başka bir şey ile bağlantısını sağlayan aracı.   

25 Mayıs 2011 Çarşamba


HZ. İNSAN:

AŞK, yaradılmışlığın ve onun devamının yegâne sebebidir.

Yaratıcının, '’Her şeyi senin için, seni de kendim için yarattım''  hitabına lâyık bulunan Hz. İNSAN’dır.  Yani Allah’ın halîfesi.

Bütün insanlar yalnızca mânevî tekâmül için yaradılmışlardır. İnsan kendi doğasını tam anlamıyla yaşarsa Hz. İnsan haline gelir. Allah insana her şeyi bizler onu tanıyalım diye vermiştir. Mahlûkatın yaratılma sebebi, Rabbin sevgisidir. Rabbin sevgisi onun tanınma arzusunda tecellî eder. Allah’ı bilmek, Allah’ı sevmektir.

İnsandaki gerçek aşk kişinin kendi içindeki kutsala duyduğu aşktır. İnsandaki tek gerçek şey, rûhudur. Rûh ise tamamen Allah’a aittir. Bir birey için doğumundan ölümüne kadar süren bütün yaşamı mânevî gelişimi ve tekâmülü içindir. Yeryüzü yaşamı bizim için bir okuldur. İnsanın bütün yaradılış sırrı, Hz. Âdem’de gizlidir. İnsanlar Hz. Âdem’in yaşamını araştırarak kendi varlıklarını okuyabilirler. İnsanın özü çamurlu, karanlık bir sudur.

Aşkın olduğu yer kalptir. Kalp saf altındır ve sadır deryasının incisi, en gizli sır madeninin yâkutudur. Hiçbir el ona değmemiş ve hiçbir gözün nazarı ona düşmemiştir. Gaybın cilâsı da, onu parlak ve saydam kılan bir mühür koymuştur.

Âdem’in kalbinin yaradılış amacı saf aşktı. Oysa Allah’ın başlangıçta onu yerleştirdiği yer cennetti. Cennet ise rahat köşesiydi. Cennette aşk olmazdı, su ile yağ karışmazdı. Yaradılışı cennet ile uyumlu değildi. Allah ona yasak ağacın meyvesinden yedirdi ki dünya zûlmetine inmek zorunda kalsın. Âdem cennette dolaştı ancak onu cezbedecek bir şey bulamadı. ’’BELÂ’’ ağacına ulaştı ancak  bu ‘’VÂLA’’ yani mûhabbet ağacıydı. Bunun iyi bir binek olduğunu gördü. Ağaç da yüzündeki peçeyi kaldırdı ve kendini ona gösterdi.

‘’BU YOLDA BENSİZ SEYAHAT EDEMEZSİN’’

Görüldüğü gibi  başlangıç, şanlı nihâyettir. İnsanın bu dünyaya geliş sebebi Allah’ı bilmektir. Gizli hazineyi içimizden dışımıza aksettirmek için kulluk görevini başarı ile yerine getirirsek onun tükenmez rahmet ve ihsanına mazhâr oluruz.
İnsanın itaatsizlikleri, hataları, günahları, yanlışları olmasaydı, Allah nasıl Gaffar (affeden) ve Rahman olurdu? Allah’ın merhametini bize gösterebilmesi için Âdem’in hata yapması gerekiyordu. Hz. Peygamber; ‘’Hiçbir günah Allah’ın affından büyük değildir’’ demiştir.

AŞK yolu  dönüş yoludur. Eğer varlığımızın köklerine geri dönersek, bütün varoluşun kaynağını bulursak kim olduğumuzun gerçek anlamını kavrayabiliriz. Kaynakta tüm yaratılmışlardan yansıyan sonsuz bir nûr deryası var. Aşkın tükenmez hazinesi var.
Kaynakta ne zaman, ne mekân, ne başlangıç, ne de son, ne gece, ne gündüz, ne harfler, ne de sesler var. İnsan için gerçek değişim ancak varlığımızın köklerine dönmemizle mümkün olur.

Yaratıcıyı bulmak için gerekli olan kulluk  cevheri herkesin içinde mevcûttur. Bu gerçek mânevî oluşumdur. Kendi irâdemiz ile ölmeden önce ölmek, varlığımızdan yok olup, Allah ile bâki (var) olmaktır. Bu ödememiz gereken bedeldir. O zaman Rabbimizin kılıcı olup, ilâhi varlığın temsicisi, göklerin direği, Rabbimizin gözbebeği oluruz.

AŞK’IN SIRRI SU YERİNE SUSUZLUĞU ARAMAKTIR.

Kusurlarımızın farkına varmaktır. Her an hayrette olmaktır. Her şeyi onun nûru ile görmektir.
Hem âşık, hem maşûk olmaktır.

Allah mahlûkata zıt sıfatları ile tecellî eder. İnsan bu zıt sıfatlar nedeniyle kendini bir savaş alanında bulur. Çünkü insan iyi, kötü, güzel, çirkin, nûr ve zûlmetin cem (toplandığı) olduğu bir varlıktır. İnsan gerçek kimliği olan saf nûr ile, sahte kimliği olan çamur arasında bocalayıp durur. İnsanın görünüşü zâhirdir, ancak içinde bir mânâ hazinesi gizlidir. İnsanın kendi tabiatının aslına varmak için şerre ve kötülüğe ihtiyacı vardır. Kötülük ve şerle mücadelesi onu kâmil bir insan yapar. Bu mücadeledeki düşmanı ise nefsidir. İşte nefsinin neler olduğunu bilen ve tanıyan, onun zıttı olan Rabbini bulur sözü bundandır. İnsana bu hayat mücadelesinde kendisine lâzım olan araç ve gereç verilmiştir. Bu irfan cevheridir.

İnsana, Rabbi ile arasındaki yetmiş bin perdeyi yırtma kabiliyeti de verilmiştir. Biz onun sıfatlarından doğup, tekrar onun sıfatlarına dönme çabası içindeyiz. Kulların Allah’a olan ihtiyacı kendi derinliklerinde vardır ve bu varoluşumuzun sebebidir. Vücudumuzun bütün molekülleri yaratıcımıza karşı duyarlıdır. Bütün hücreler ona cezb olunurlar ve  ona varmak isterler. Bu vûslat (kavuşma) özlemi insanı ta o rûhlar âlemine götürür ve orada rûhlar bedene girmeden evvel Hak’la vûslat halindeki özlem hissedilir.

Besm-i Elest meydanı o saflığı ve tekliği sembolize eder. İnsanların büyük bir bölümü tamamen bedensel bir hayat yaşarken, çok küçük bir bölümü de kalplerinin içindeki özü keşfederek yaşarlar. Özlem ilâhi kaynağa duyulan özlemdir. Parça bütüne özlem duyar. Vücut beden hapishanesinden kurtulunca gayb hazinelerini görür ve gerçek Tevhide (birliğe) ulaşır. İşin özüne bakılırsa zaten her şey birdir ve bütün varlıklar saf nûrdur.

Sırât-ı Mustakîm’den  zerrece saparsak, hata ile karşılaşmak kaçınılmaz olur. Çünkü Allah’a giden yol bıçak gibi keskidir. İnsanın bu yolu her an düşme tehlikesi ile doludur. İnsanın kalbi yiyecek, içecek, uyku, çocuk, kadın, konuşma gibi sair şeylerle doludur. Bu duyguları dengelemeyenlerin sonu hüsrandır.

Mânâya yükselebilmek için tevâzu, teslimiyet ve kulluk gerekir. Kaynaktan akan sudan içebilmek için, başımızı aşağıya eğmemiz gerekmektedir. Biz bir bütünün parçasıyız. Kendini toplumdan tecrit ederek yaşayan insan kaybolur, acınacak hale gelir. Ayrılığı kendisine hastalık verir ve tek şifası diğer insanlarla kaynaşmasıdır.

BİRLİK, BERABERLİK, KUCAKLAŞMA, KAYNAŞMA.

Bunların hepsi insanın hayatta kalabilmesi için gerekli maddelerdir. Bunların hepsi rûha gıdadır. Bu sayede Îmân’ın sırrı ortaya çıkar.

Huzursuzluk, uyuşukluk, tembellik, şikâyet, güvensizlik ve korku nefse aittir. Bu duygular memnuniyetsizliğe, nefrete, kine, hayal kırıklığına, depresyona, kibre, hasede ve zûlme yol açar.

Tevâzu, güzellik, iyilik, cömertlik, sevgi ve teslimiyet rûha aittir. İnsanı güven, uyum, rıza, huzur, saadet, mutluluk ve yakîne götürür.

İnsanların büyük bir çoğunluğu sıkıntı ve kaderden kaçar. Mutluluk ve rızâya kolay varılmaz. Ancak Allah’ın seçkin kulları, elem ve kederlerin kişiyi Allah’a yaklaştırıcı hâller olduğunu bilir. Huzura varabilmek için ödememiz gereken  bedel kendimiziz. Zorluk ve imtihanlar olmaksızın yakınlık meyvesi elde edilemez. Nefsin varabileceği en yüksek makama varmak için insanın kalp aynası dünya kirlerinden  temizlenmelidir.

Böylece gizli hazinelerin ilâhi  güzelliği, temizlenmiş olan o cilâlı yüzeyde parlayacaktır. İnsan kendini bilme ve tanıma ilmini bu saf aynaya bakarak alacak ve bu aynaya bakarak kendi özünü görecektir. Bu Tevhid’dir. Allah hepimize nasip etsin.   

Kaynak: Rabıa Chrıstıne Brodbeck/Hz. İnsan



9 Mayıs 2011 Pazartesi

KADİR GECESİ

Ramazanın son üçte birinde olduğu bildirilen bir gecedir.
Ramazanı  Sabır, Zorluk  ve gece gibi düşünürsek  KADİR
YANİ ALLAH’IN  MANASININ TECELLİSİ  OLAN KUR’AN’ın
İNSAN  TARAFINDAN  İDRAKİ  ANCAK  BU  ZORLUĞA
KATLANANA  İNMEKTEDİR

MUHAMMEDİ AŞI

Bahçıvan bahçesindeki acı zerdaliyi kesip, ona tatlı şeftaliyi aşılar.
Bahar mevsiminde bu meyve tatlılaşarak büyür ve gelişir.
İnsanın varlığı manasındaki çiçeklenme ve meyvelenmeler,
Fikirler,fiiller  Muhammedi  (Hakikat-ı  Muhammedi) daldan
Aldıkları aşı ile güzelleşip süreklilik kazanır.
Biz de varlık ağacımızdaki zararlı ve yararsız dalları keserek
Onları faydalı ve yararlı dallar ile aşılayalım.
NEFSANİ ARZULARIMIZI RUHANİ MERTEBELERE ÇIKARALIM.

MİRAC

Hz. Muhammed  Mirac’a  çıkarken ilk bineği  BURAK(sabır) idi.
Onunla Mescid-i  Aksa’ya kadar gitti. Orada bastığı taş TESLİMİYET
İdi. İkinci binekle Dünya sema’sına kadar gitti. Bunun adı  MİRAC
İdi.Üçüncü binek Meleklerin kanadı (Melekeleri) idi.Bununla  7.
Sema’ya kadar çıktı. 7. Sema’dan sonra dördüncü  bineğin(Cebrail,
Vahiy meleği) vazifesi başladı. Sıdre-ı Münteha’ya onun kanatlarıyla
Uçtu.Sıdre-ı Münteha  Cebrail (AKIL) ile varılabilecek  son makamdır.
Sonra 5. Bineğin vazifesi başladı. Bu REFREF’di. Yeşil NUR’dandı.
Bu  AŞK’tı. Şefkat REFREF’i ile ARŞ’a kadar çıktı. Orada Peygamber-
İmize  GAYB  aleminin sırları aşikar oldu.
Onun gözü kaymadı, şaşmadı.(Necm- 17)
Sonra Peygamberimize 6. Binek takdim edildi. Adı TE’YİD (Doğrulama)
İdi.Kendisine bir nida geldi. ‘’İşte sen, işte Rabb’in’’. Tahiyyat  duası
Bittikten sonra melekler şahit oldular.’’Yaklaş Ya Muhammed’’ hitabı
Geldi. ‘’Sonra yaklaştı…. Tutundu.’’ Bu yakınlık iki yayın arası kadardı.
Zaman ve Mekan kalmadı. ‘’Adımını at ya Muhammed’’ nidası geldi.
Muhammed ‘’Ya Rabbi ayağımı nereye basayım’’ diye sorduğunda
Şu hitabı aldı.’’Bir ayağını diğer ayağının üzerine koy, sana kapıyı
Açıyorum, perdeyi senin için  kaldırıyorum’’.
ARTIK BENDESİN.
MANEVİ BİNEKLER (Sabır, Teslimiyet, Akıl, Aşk) İNSANI MİRAC’A
TAŞIR.
MADDİ BİNEKLER İSE (Kin ,Nefret,Kibir,Benlik,Hırs v.b.) İNSANI
SUFLİ(Aşağı) ALEMLERE  İNDİRİR.